Page 5 - Türk Dili ve Edebiyatı 9 | 7.Ünite
P. 5
Biyografi / Otobiyografi
Hazırlık
1. İnsanın kendi yaşam öyküsünü anlatması ile başka birinin yaşam öyküsünü anlatması arasında ne
gibi farklar olabilir? Tartışınız.
2. Yazarın kendi yaşam öyküsünü yazarken anılarından da yararlanması esere ne gibi özellikler katar?
Değerlendiriniz.
CENEVRE
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden az önce, bütün Rasih Bey aile-
2. Metin si (yani bizim aile), iki-üç aylık bir Avrupa seyahatine çıkmış, savaş patladıktan
sonra İstanbul’a dönmemiş; anamın kardeşi Cevat Beyler, aşçı, dadı ve hizmet-
çiler ile beraber Cenevre’ye yerleşmişler. Adres: Maison Royale. Quai des Eaux
Vives. (Krallık Evi. Canlı Sular Rıhtımı) Leman gölünün üstünde.
On dört kişiyiz. Zarar yok. Apartman kocaman. Neden Krallık Evi? Orası pek
belli değil, ne var ki oturduğumuz evin üst katındaki dairenin tepesinde, kanat-
ları gergin kocaman bir demir kartal var, o hiç sevmediğim.
Bir sürü oda var. Şimdi bilemiyorum, kaç oda, ama pek çok... Salonları annemle babam döşemişler,
hatırladığım kadarı ile biraz gösterişli şeyler. Hele kocaman tablolar, İsviçre’den o görüntüler... Leman
gölünün yağlıboya resimleri var duvarlarda çok büyük. Salonda, küçük salonda, yemek odasında.
Sanki yeterince dağ ve göl yokmuş gibi pencerelerden dışarı bakınca...
(...) Kütüphane odasında bir sürü kitap, hayret hepsi döne dolaşa Cenevre Odasına gelmişler ge-
risin geriye. Bir sürü misafirin kartviziti. İstanbul’dan getirilmiş tespihler, Beykozlar, Dolmabahçe Sa-
rayı’na benzer gümüş bir reçel takımı, bektaşitaşı, Celal Paşa’nın, Abidin Paşa’nın büyük boy bir yağlı-
boya resmi. İstanbulin giymiş. Sivri sakallı, cin gözlü, kulakları çok büyük. Bir eli (güzel elli Abidin Paşa
derlermiş ona Beşiktaşlı hanımlar), “tabure”ye dayalı.
İsviçre’nin kışı başka, yazı başka güzel. Kışın, bembeyaz gıcır gıcır bir kar dünyayı kaplamış; yazın
her tarafta alabildiğine yemyeşil otlar, rengârenk çiçekler fışkırır, Leman gölü ise yaz kış mavi ile yeşil
arası. Kışın kaygan olur yamaçlar, tepelerden göle doğru tahta kızaklarla hızlı inişler yapılır, karlarda
yuvarlanılır.
Babam Cenevre’ye dönüp uzunca kalışlarında, bilhassa yazın yandan çarklı beyaz bir vapurla, Lo-
zan’a, Montrö’ye gidilir, büyük otel “tatili” yapılırdı.
Montrö’nün dağ tepesinde, dikey tırmanış vagonları ile (finiculaire) ulaşılan Territé yaylasında bü-
yük oteller “bizimkilere” benzer insanlarla doluydu: Rusya’dan, İspanya’dan, İtalya’dan Hindistan’dan,
Yunanistan’dan, Arabistan’dan gelip Avrupa’ya yerleşmişler.
Kocaman kenarlı şapkaları, (...) ipekli elbiseleri içinde, uzun eldivenleri dirseğe kadar, hepsi de bay-
gın ve bezgin bakışlı kadınlar... Mösyö’lerse, sert yakalı, koyu kostümlü, açık renk yelekli, tek gözlük-
lüler bol olduğu gibi, kravatlarına iri bir inci takanlar da az değil.
Gül kokusundan geçilmez bahçelerde. Orada meyve ağaçları çiçeğe vurmuştur, büyük otelde or-
kestra duygusal melodiler çalar pesperdeden.
Sonraları, filmlerde görebileceğimiz, Fellini ile Visconti karması bir görünüş.
Hepsi iyi, hepsi güzel de, bu parlak görüntünün arkasında bir felaketin var olduğunu sezinlemekte
gecikmiyorum. Biraz karışık da olsa, durumu azbuçuk anlıyor olmalıyım. İsviçre, daha doğrusu Ce-
nevre, korkunç bir fırtınanın ortasında bir sal, bir sığınak. Çepeçevre ölesiye bir dünya savaşı sürüyor.
211