Page 117 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 117

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11            56

             2. ÜNİTE > Hikâye             Kazanım A.2.13: Metni yorumlar.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                        Görmeden Sevmek                                25 dk.

             Amacı     Metnin içeriği ile ilgili tespit ve görüşlerini ifade edebilmek.          Bireysel

              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                                 Kınalıada’da Bir Ev

             Kınalıada’ya ömrümde inmedim. Ama orayı öyle severim ki, neden bilmem. Belki de orada kendisiyle
             hiç konuşmadığım bir arkadaşım oturdu da onun için. Kınalı’nın önünden geçerken hep o arkadaşımın
             hiç gitmediğim, hiç gitmeyeceğim evini düşünürüm. Arkadaşım sakin, sessiz, iyi bir kızdır. Sabahleyin
             ilk vapurla işine iner. Son vapura elinde paketlerle döner. Bazı defa son vapurda beraberizdir. Onun
             iskelenin kalabalığında kaybolduğunu, sonra projektörcü ışığını yolcularla karanlık yola tuttuğu zaman
             az bir şey sallanarak hızlı hızlı sağa saptığını görür, yine kaybederim. Küçük, kaplamaları simsiyah ke-
             silmiş bir ahşap evde oturduğunu sanıyorum. Evden deniz görünmüyor olmalı. Yahut belki de bir iki
             penceresinden, çakaleriği dalları arasından... Küçük bahçede acıbadem, ayva, nar, hünnap ağaçlarını
             görürüm. Bahçede bir de çıkrıklı kuyu olacak. Kırkını aşmış, şişmanca, yeşil gözlü bir kadın olan ana-
             sını kırmızı elma yüzüyle, küf yeşili gözleriyle görür, ben de severim. Böyle bahçeyi, evini, anasını tarif
             ederken gördüm sanmayın. Ben görmeden severim bahçeleri, insanları, evleri. Eve bu küçük bahçeden
             girilir. Evin alt katında kendileri oturur. Üst katını yazın kiraya verirler.
             (…)
             Evin içinin o kadar temiz olduğunu sanmam. Günlük kokusu odalardan hiç eksik olmaz. Arkadaşım
             dediğim kızın kendi başına bir odası yoktur. Onu vapurda ikinci mevkiin tahtaları üzerinde Rumca ko-
             nuşurken dinlerim. Rumca bir kelime anlamadan ne söylediklerini bilir gibiyimdir. Akşam saat 10.45’te
             oraya vardığına göre ancak 11.00’de yemeğe otururlar. Hemen de yatarlar herhâlde. Acaba başucunda
             bir kitap var mıdır? Bana bir defacık gülmüş olan bu kızın hülyalarına ne karışır bilmem ki. Yemeği
             nasıl yer? Hızlı mı, yavaş mı? Ne kadar merak ederim. Acaba birçok insanlarda olduğu gibi yemek
             yerken çirkinleşir mi? Çirkinleşince yüzündeki o iyi, harikulade çizgiler ne olur? Nereye giderler? Kı-
             nalıada’yı bu kızı tanımadan da merak ederdim. İnsanlarını değil. Onları bol bol vapurda görüyorum.
             Daha çok o vapurdan çıkanlarla birlikte, bu gece yarısı sönük kırmızı ışıklarıyla böcek gibi kabuğuna,
             kırmızı benekli kabuğuna kapanmış Kınalı’nın evleri ne yaparlar diye? Ne yapacaklar, her yerde olduğu
             gibi onlar da dedikodu yaparlar. Yerler içerler, uyurlar. Evler mi diye sormayın. Evet, evler... Bunları
             bildiğim halde eskiden merak ettiğim Kınalı’nın evlerini şimdi büsbütün görmeye can atıyorum. Çün-
             kü orada sevdiğim bir kız oturuyor. Ben eskiden Arnavutköyü’nü de böyle merak ederdim. Sonra bir
             gece gidip gördüm. İki balkonlu bir ev gördüm. Caddelerinden, dereler geçen büyük bir köy, dört beş
             köprü… Köprünün birinde sarhoşun biri eğilip kusmuştu. Şimdi Kınalı’yı da böyle merak ediyorum.
             Kınalı’nın bir evini. Bir masa düşünelim. Eskimiş muşambadaki boncuklu bir nihalenin üzerine bir
             sahan konuyor. Bu et midir, sebze midir? Haydi, bu meraktan cayalım. Farz edelim ki ettir. İşte dağıldı.
             Babaya, oğula, kıza, benim arkadaşım olan kıza. Yemeği anneleri dağıtıyor. Küçük kız kardeşi büyük
             zehir yeşili gözlerini açmış sahana değil, sofranın arkasında kandilin yandığı kapısı çıkarılmış dolaba
             bakıyor. Karpuz oradadır. Bu akşamki karpuz sarı çıkmıştır. Çekirdekleri simsiyahtır. İşte konuşuyorlar.
             Ne konuşuyorlar acaba? Bir vapurun projektörü yarı aydınlık odayı ışık içine daldırıyor. Kız yemek yer-
             ken çirkinleşmiyor. O kadar şen, o kadar sıhhatli ki yediğinin farkında olmuyor. Arkadaşımın yüzünde
             hep neşeli şeyler var. Ağzında bir lakırdı. Ne söylüyor merak ediyorum. İşte bu yüzden hikâye yazarım.
             İşte bu merak yüzünden hikâyeci geçinirim. Hikâyelerimi beğenmezler üzülürüm, beğenirler kızarım.
             Kendim beğenirim, budalalaşırım. Beğenmem canım yemek istemez. Kınalıada’ya gelince... İşte onu
             pek merak eder, bir türlü de inemem, bu gidişle inemeyeceğim de…


                                                                                                                                      Sait Faik Abasıyanık, Kınalıada’da Bir Ev







                                                                                                   115
   112   113   114   115   116   117   118   119   120   121   122