Page 127 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 127

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11            61

             2. ÜNİTE > Hikâye             Kazanım A.2.15: Türün ve dönemin/akımın diğer önemli yazarlarını ve eserlerini sıralar.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                        Tür, Dönem, Yazar                              25 dk.

             Amacı     Metnin dönem ve yazarla bağlantısını kurabilmek.                          Bireysel

             Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                                   Sokakta Opera
             (…)

             İçimde bir eziklik var. Başımda bir ağrı, hafif, ama ne de olsa bir ağrı. Gözlerim kapanacak gibi. Belki
             lodostan. Belki değil; herhalde lodostan. Başka neden olabilir? Tuhaf şey. Neden olmasın başka şeyler-
             den? Neden mutlaka lodostan oluyormuş. Lodostan değil; herhalde başka bir şeyden. Neden olduğunu
             bulmalıyım. Başımda bu yarım ağrının, içimdeki bu isteksizliğin nedenini bulmalıyım. Yoksa başka
             bir şey düşünemem, bir şey yapamam artık. İnsanın usu takılmasın bir kez bir şeye. Aklımıza takılan
             bir şey ister önemli olsun ister önemsiz, bütün düşüncemizi durdurur, gücümüzü kesiverir. İnsanın
             düşüncesi, yaşama gücü duruverir orada. Akan bir suyun birdenbire durması gibi. O kadar birdenbire,
             o kadar kesin.
             Tutun ki bir Ada vapurundasınız. Yok hayır, Ada vapurunda değilsiniz, trendesiniz. Yeşilköy’e gidiyor-
             sunuz. Belki de ne Ada vapurundasınız, ne de Yeşilköy’e giden trende. Bir doktorun bekleme odasın-
             dasınız. Belki bunlar da değil de daha başka bir şey. Ama biz yine örnek diye Ada vapurunu alalım.
             Mademki aklımıza ilk gelen o. Ada vapurundasınız. Kış günü. Yaz da olabilir, ama kış daha iyi. Ka-
             nepelerden birine oturmuş denize bakıyorsunuz. Elinizde vakit geçirmek için aldığınız bir dergi var.
             Sevmediğiniz, tiksindiğiniz, öylesine tiksindiğiniz bir yazarın yazısını okuyorsunuz. Gülümseyerek,
             iğrenerek, yapacak başka bir şeyiniz olmadığı için okuyorsunuz. Belki de okuyorum sanıyorsunuz da
             okumuyorsunuz aslında. Yukarıda dediğim gibi denize bakıyorsunuz. Ama denize bakmak kadar da
             içinizi sıkan bir şey yok dünyada. Sizin için denize bakmak kadar yavan bir şey yok. İşte bu sırada ya
             da daha başka bir zaman karşınızda oturan kadın, yüzünü belki de o ana kadar hiç görmediğiniz, ama
             yine de yıllarca önce görülmüş bir düşten yarım yamalak anımsadığınız bir kadın size “Bakın” diyor,
             “Ben, sizi bir yerden tanıyorum, pek öyle yabancıya benzemiyorsunuz. Ama kestiremiyorum nereden
             olduğunu!”

             (…)
             Yürümeyi istemiyorum. Yürümemeyi de istemiyorum. Kenti bırakıp telgraf tellerinin, direklerinin
             uzanıp gittiği kırlara açılmak istemiyorum. İstemiyorum, bu kesin. Ama burada kalmak da istemiyo-
             rum. Şapkamı daha yukarıya itebilirim. Ne itmeyi, ne de itmemeyi istiyorum. Ne demiş Latin ozanı?
             “Ne seninle yaşayabilirim” demiş. “Ne de sensiz.” Çocukluğumdan beri, duyduğum günden beri içimi
             huzursuz, allak bullak eden dize budur benim.
             (…)
             Yokuşu yarılamışım. Durdum bir dakika. Döndüm, geriye baktım. Aşağıda bostanlar vardı. Daha ötede
             bir sürü evin çatısı görünüyordu. Daha ötede de deniz. Kımıldanan ufak tefek gemiler vardı denizde.
             Yerde küçücük bir su vardı. Nereden geldiğini bilmiyorum, güneşte pırıl pırıl akıp gidiyordu. Bir daki-
             ka, üç dakika, beş dakika durdum. Sonra yine ağır ağır yürümeye başladım. Kısa, çok kısa bir zaman
             sonra arkamda bir ses duydum. Makamla, biraz tekdüze çok tatlı, çocukça bir makamla şöyle diyordu
             ses. “Öyle güzel bir şey söyleyeceğim ki.” Bir daha, bir daha yineliyordu. Öyle güzel bir şey söyleyece-
             ğim ki. Sonra da hemen şöyle diyordu. Bir kez değil, birkaç kez hem de. “Çelik çomak oynayalım mı?”
             Biraz sonra aynı makamla, heceleri biraz daha çok aralayarak, bir adı türkü gibi çağırıyordu: Fe-ri-han.
             Birden dönüp baktım. Sekiz on yaşlarında bir çocuk, kendi yaşında bir kızı oyuna çağırıyor, ama bu
             işi bir aryayla yapıyordu. Adamakıllı heyecanlanmıştım. Lodosun erken getirdiği bahar, aklıma takılıp
             duran çözülmemiş bir düğüm, kentin bitiminde bir mahallede küçük bir çocuğun kalın sesiyle söyle-
             diği arya beni sarhoş etmişti.




                                                                                                   125
   122   123   124   125   126   127   128   129   130   131   132