Page 93 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 93

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11            44

             2. ÜNİTE > Hikâye             Kazanım A.2.7: Metindeki zaman ve mekânın özelliklerini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                       Güvercin ve Özgürlük                            25 dk.

             Amacı     Metinde geçen kahramanların özelliklerini belirleyebilmek.                Bireysel
              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
                                                       Zincir
             İşsiz, güçsüz kaldığım gurbet ellerinde köşe pencerem, kendimce Abdülhak Hâmid’in “Kürsü-i Tema-
             şa”sı yerine geçerdi. Yabancı memleketlerde bir kasabaya sokulup uzun süre yaşamaktaki bezginliğin ne
             olduğunu bilir misiniz? Beş on gün çarşı sokak gezdikten sonra tanıdık yüz, alışabileceğiniz yer bula-
             mamaktan bezer, odanıza girer, yalnızlığın içine sinersiniz.

             (…)
             Eğer iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek olağandır. Ben çökmemek için köşe
             penceresinden ayrılmazdım; köşe penceresinden dünyayı seyrederdim. Köşe penceresinden dünyayı
             seyretmek insana abartılı bir fikir gibi görünür. Bir pencere, sonunda bir sokağı, birkaç sokağı görebilir.
             Bir sokak ise dünyanın kaç milyarda biridir?

             (…)
             Köşe penceresini, işte, ben bu bakımdan insan çevresinin bir damlası üstüne çevrilmiş bir mikros-
             kop camı sayarım. Baktığınızı sanki büyütür. Gözlemevi nasıl göklere ve yıldızlara bakmak için havaya
             uzanmış birer bilim gözü ise köşe pencereleri de yeri ve yerde yaşayanları seyre yarar, yere eğilmiş
             birer deney gözlüğüdür. Onun içindir ki penceremden sokağa kendimize bakmayı, göğe dalıp kalmaya
             yeğlerim. Bu ilkel teleskobun önüne geçip insanlarla hayvanları inceleme, en hoşlandığım eğlencelerin
             başında gelir. Karşıdaki komşum, yabancı subayın buldok cinsi bir köpeği vardı. İri kafalı, koca enseli,
             iki dişi daima meydanda, yanakları kof ve sarkık, burnu çökük, ters bir köpek…

             Komşunun buldoku suratına, gördüğüm maskelerin en sertini, en titizini, gösterişlisini asmıştı.
             (…)
             Günde iki kere, Senegalli iri yarı bir er, onu zincirinden sıkı sıkı tutup hava aldırmaya çalışıyordu.
             Fakat ne zorlukla… O köpek, koskoca adamı, sanki iri şilepleri çekip götüren römorkörler gibi sürüklü-
             yordu. Hayvan, her an soluk soluğa, kulaklar dimdik, gözler fırıl fırıl ve yüzü öfkesinden karmakarışık,
             bumburuşuk!.. Zincirden boşanıverse kuşkusuz, önüne insan ve hayvan ne gelirse, neresi gelirse hemen
             mengene gibi tuttuğunu bırakmaz, sert, yaylı çenesinde parçalandığını, koptuğunu göreceğiz. Hele bir
             kedi, bir köpek geçmiyor mu, Juju hırsından boğuluyor. Ne havlamalar, ne ulumalar, ne inlemeler!...
             Zavallı Senegalli, bir türlü söyleyemediği “j”leri değiştirerek:

             —Susu, Susu, diye ne kadar bağırsa, hatta belindeki kayışla vursa boş! Juju  kıyamet koparıyor, hırlıyor,
             eşiniyor, atılıyor, tutulmaz bir duruma geliyor. O zaman, ister istemez, çeke çeke, koparır gibi yeniden
             eve sokuyorlar.
             (…)
             Ve sokağın dinginliği de geri geliyor. Kendi kendime soruyorum:
             —Bir gün, zinciri kopuverince ne olacak? Acaba ne kıyametler kopacak? Sonunda, bir gün, bu kork-
             tuğum, beklediğim, merak ettiğim olay gerçekleşti; köpeğin zinciri, zencinin elinde kaldı. Köpek man-
             cınıktan kurtulan bir taş gibi fırlamış, bir an içinde gözden kaybolmuştu. Arkasından yetişemediler,
             gittikçe uzaklaşan ve sokaklar arasında gittikçe sönerek yankılanan havlamalar, o kadar! “Buldok” kasa-
             bayı altüst etmeye gitmişti; kim bilir ne facialar işitecektik? Hâlbuki öyle olmadı: İki gün sonra Juju’yu
             zincirinde çok durgun gördüm. Demek ki dönmüş veya bulunmuştu ve kuşkusuz ki daha azılı yerli
             köpeklere rastlamış, el sillesini tatmış, yersiz, yurtsuz kalmış, Hanya’yı Konya’yı öğrenmiş, açlığı dene-
             miş, Senegalli bekçisini, penuvarlı gözcüsünü arkasında bulamayınca bütün azgınlığını, kaba sığmayan
             öfkesini bırakmış, sünepeleşmişti. Hava almaya çıkardıkları zaman, artık özgürlük eskisi kadar ona
             çekici görünmüyordu; zinciri dayanılmaz bir yük gelmiyordu. Hatta daha sonraları, askerin yanında
             bağsız dolaşmaya koyuldu; ayakları dibinde zincirsiz ve uslu yürüyor, dünyaya filozof gözüyle, öfkey-


                                                                                                    91
   88   89   90   91   92   93   94   95   96   97   98