Page 89 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 89

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11            42

             2. ÜNİTE > Hikâye             Kazanım A.2.6: Metindeki şahıs kadrosunun özelliklerini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                            Nasıl Biri?                                25 dk.

             Amacı     Hikâyedeki kişilerin özelliklerini belirleyerek bu özelliklerin metnin temasıyla ilgisini ifade edebilmek.  Bireysel
              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
                                                  Bir Başka Türlüsü
             Denizden hayli içerde, soğuk, kupkuru bir kara şehrinde, bir zamanlar yedi sekiz ay kadar kaldım. O
             güne dek deniz kenarında yaşamış olduğum için, birçok şey yabancı, tuhaf geldi bana.

             (…)
             Düşünün ki her sabah altıda, en geç altı buçukta uyanıyor, yatakta oyalanmadan hemen kalkıyordum.
             En soğuk günlerde bile sobayı yakmaya vakit bulamadan hemen hazırlanıyor, çoğu kez kahvaltı et-
             meden sokağa çıkıyordum. Çalıştığım yer şehrin dışında, üstelik de uzaktı. Bense sekiz buçuğa doğru
             işimin başında bulunmalıydım. Sonra da bir dakika olsun düşünmeye, kendi kendimi dinlemeye vakit
             bulamadan, beş buçuk, altıya kadar çalışıyordum. Öğle yemeği paydoslarınınsa ne kadar çabuk, kendi-
             lerini duyurmadan geçtiğini söylemeye gerek yok. Bir saate yakın bir otobüs yolculuğundan sonra şehre
             döndüğümüzde, havayı kararmış, evlerin olsun, sokakların olsun ışıklarını yanmış bulurdum. Bana da
             en çok bu dokunurdu. Ta içimden şehirde neler yapılabilecek, ne türlü mutlu olunabilecek bir günün
             geçip gittiğini, böylece daha birçok günlerin de geçip gideceğini adeta bir kum saatinin boşaldığını
             gözlerimle görür gibi birçok şeyin bir daha bulunmamak üzere yittiğini duyardım.
             (…)
             Yarın bugünün aynı, öbür gün de bugünün bir eşi olacak. Böylece de günler belirsiz bir zamana kadar
             sürüp gidecek. Ama ne var böyle yabancı bir şehirde pinekleyecek? İşse iş. Daha kötü koşullar içinde de
             olsa doğduğum, büyüdüğüm şehirde bulunamaz mı? Bulunur elbette.
             (…)
             Ertesi günü, dilediğim yerde de, biraz geç olsa bile, yine de bir iş bulabileceğimi, yüreğimden kalkıp
             boğazımı tıkayan bir heyecan içinde düşündüğümün ertesi günü, bir kâğıda iki üç satırla özür dilerce-
             sine bir şeyler yazdım, gereken kimsenin masasının üzerine bıraktım. Hâlimden sevincimi anlamışlar
             gibi, bu nedensiz görünebilecek işten ayrılmayı önlemek istemediler bile. Sadece iyi dilekler bildiren, iyi
             niyetli birkaç söz her zaman rastlandığı gibi. O kadar.
             O gece trende bir yer bulabildim nasılsa. Akşam karanlığı basarken lokomotifin düdüğünü duydum.
             Ne koridora çıktım, ne bir şey. Mutluluğumun daha tam, yolculuğumun gereğince olması için bir de
             polis romanı almıştım. Kompartımanda benden başka üç kişi daha vardı. İki kişilik yer boştu. Kimsenin
             yüzüne bakmadan daldım kitabın yapraklarına.
             (…)
             Yol arkadaşları ekmeklerini, kaşar peynirlerini, kuru köftelerini yediler. Sularını içtiler. İçlerinden biri
             bir iki söz söyledi. Ahbaplığı denedi. Baktı ki öbürlerinin aldırdığı yok, o da artık kendini yormadı.
             (…)
             Hereke akla gelmeyecek kadar yeşildi. Sisin arkasından gelen bir güneşin ışıkları altında pırıl pırıldı.
             Tazeydi. Duruyordu. Bambaşka bir şeydi. İnsan elinden çıkmışçasına düzenli, dünya durdukça duracak
             bir ölümsüz resim gibiydi. Bizim kompartıman arkadaşlarından ikisi ilk geliyorlarmış İstanbul’a, pence-
             reyi açmışlar şaşkın bakıyorlardı. Yirmi yaşında var yok çocuklardı. Biri döndü, yüzüme baktı, düşündü
             taşındı, sonunda ağzından baklayı çıkardı. “Ağabey” dedi, “İstanbul buradan da güzel mi?” Öbürü daha
             beter duygulandı, bu kış sonu sabahı, pırıl pırıl görünüşün karşısında. “Ah” dedi, “Yerleşeyim buraya,
             ölünceye kadar kalayım, başka bir şey dilemem.”
             Bütün bir gece gelişemeyen ahbaplıklarımız bundan sonra yarım saatte gelişiverdi. Paltolarını, sanki
             gelmişiz, hemen giyeceklermiş gibi askıdan indirirken, kalan yemekleri, bardaklarını sepete koyarken,
             kırk yıllık yol arkadaşlarıymışçasına kim olduklarını, neden geldiklerini, nerede kalacaklarını anlatı-
             verdiler.



                                                                                                    87
   84   85   86   87   88   89   90   91   92   93   94