Page 332 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 332

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12          164

             6.ÜNİTE> Deneme    Kazanım A.4.10. Metinde yazarın bakış açısını belirler.
             Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becersi  Alan Becerileri: Okuma Becerisi

             Etkinlik İsmi                  Deneme ve Yazarın Özgünlüğü                               25 dk.
             Amacı      Yazarın kişisel üslubunun deneme türündeki önemini ifade edebilme.            Bireysel


              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyup soruları metne göre cevaplandırınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                             Felsefenin Modası Geçti mi?

              Sokrates, "Bir tek şey biliyorum; o da hiçbir şey bilmediğimdir," dememiştir. Niçin demiş olsun? Ama
              ünlülerin söylemedikleri ünlü sözler arasında, bu sözün anlı şanlı bir yeri vardır. İnsanlar, ünlü biri çıkıp
              da, "bilmiyorum, anlamam, yapamam..." dediği zaman pek sevinirler ve hemen inanırlar. Aslında için
              için, "Bak o da benim gibi bilmiyormuş, anlamıyormuş, yapamıyormuş," diye kendilerini o ünlüyle eşit-
              lemenin kısır sevincini yaşarlar. Ama karalama, yok sayma, değer bilmezlik, adam harcama öyle çekici
              gelir ki, biri çıkıp da bu tavra kendi ağzı-diliyle çanak tutarsa, değmeyin pusuda bekleyenlerin keyfine.
              Sokrates'in hiçbir şey dediği yoktur aslına bakarsanız. Bütün dedikleri ve demedikleri, öğrencisi Pla-
              ton'dan aktarmadır. Ama Platon bile, tüm ben-benciliğine karşın, velinimetinin ağzına böyle bir söz
              koymamıştır. Sokrates'in dediği: "Bilmediğimi biliyorum" dur. Bu söz de: "Neleri bilmediğimi biliyo-
              rum", "Bilmediklerimin neler olduğunu biliyorum", "Bir şeyi bilip bilmediğimi biliyorum", "Bilmediğim
              şeyi, bilirim sanmıyorum", "Bilmediklerimi bilir geçinmiyorum" anlamlarına gelebilir ama, "hiçbir şey
              bilmiyorum" anlamına hiç gelmez. Sokrates (ya da onun adına Platon), asıl bundan da önemli bir söz
              etmiştir ki, insanın bilir-bilmez bilme üzerine konuşmaktansa ve kendini ve başkalarını bilir /bilmez
              ilan etmektense, o sözü yaşamına geçirmesi, bilgeliğe doğru (hem yönelmiş, hem yerinde anlamında)
              atılmış bir adım sayılır.

              Sokrates'in o altın sözü, "Gnostis afton!" diye çınlar felsefeyi bir serüven olarak algılayıp yaşayanların
              kulaklarında. "Kendini bil!" demeye gelir. Bu da, yalnızca "Eksiklerini, kusurlarını, yanlışlarını bil, geride
              dur, aza kanaat et, sana yapılan haksızlıklara boyun eğ, tevekkül göster," biçiminde kişilik törpüleyici bir
              öğüt gibi algılanmamalı elbet. Basit, yalın, bir o kadar da zahmetli, güç bir iş kendini bilmek, tanımak.
              Üstelik bizimki gibi, değerler dizgesi radikal bir değişim, hatta bir deprem yaşayan bir toplumda, edilgin
              bir tevekkül felsefesinden, etkin ve hatta saldırgan bir gemi kurtarma felsefesine geçişin hengamesinde
              kim vurduya gidenlerin de, ne oldum delisi olanların da düşünmekten hoşlandıkları söylenemez.
              Düşünmek ürkütücü bile gelmektedir çoğu insana artık. Hastalık, ayrıksılık gibi bir şeydir sanki. Düşü-
              nürken vakit yitirileceğinden, fırsat kaçırılacağından, gölgede kalınacağından, atların Üsküdar'ı yanlış
              binicilerle geçeceğinden ürkülmektedir. Okumak, düşünmeye yönelteceği için okumaktan kaçınılmak-
              tadır. Kaçınılsın. Yaşamak, düşünmeyi erteleyerek günü güne ulamak haline gelince sığlaşmaktadır.
              Sığlaşsın. Kolaycı hazır etiketler, yaftalar, insanın kendisinden çok başkalarına yakışacağından, kimse
              "kendini bil" öğüdüne kulak asmamakta, başkalarını ise nasıl olsa bildiğine, tanırlığına inanmaktadır.
              Kendini tanıma çabasını kendinden esirgeyen insanın, başkasını gerçekten tanıyabileceğine inanmak
              abes olurmuş, olsun. O zaman da, sınanmamış- sınanmayacak, kısa erimli "dostluk"ların, yüzeysel, kay-
              pak ilişkilerin nasıl doğduğu, bir çıkar çevresinde birbirini koltuklayanların, ağırlayanların, bir başka
              çıkar için ya da hiç uğruna dünkü gözdesini harcayanların, karalayanların mantığı anlaşılıverir. Ama
              etikten eser yoktur o solan ya da sentetikleşen bahçede artık.

              Sokrates'i çoktan aştığımıza, İsa'dan öncenin bu yalınayak filozofunun çağdışı kaldığına kendimizi
              inandırdık diyelim. Çağdaşlıktan ne anladığımızı düşünmeksizin "çağdaş" olduğumuza inanmak da hiç
              yormaz bizi, güzel! Ama ne paradokstur ki, Sokrates inanmaktan değil, bilmekten sözetmişti hep. Bil-
              me'nin yerine inanma'yı geçirenler ise, bilim çağının "daş"ları: Bizler!





                                                                                                   331
   327   328   329   330   331   332   333   334   335   336   337