Page 64 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 64
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 30
2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım: A.2.10. Metnin üslup özelliklerini belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi OBJEKTİF OL! 20 dk.
Amacı Metindeki farklı ifadeleri ve anlatım tarzlarını tespit edebilmek. Bireysel
Yönerge Sabahattin Ali’ye ait “Kırlangıçlar” adlı hikâyeden alınan metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları ce-
vaplayınız.
KIRLANGIÇLAR
Şehrin kıyısında, ufacık bir derenin kenarında, dalları suya sarkan ihtiyar bir söğüt ağacı vardır. İlk-
baharın başlangıçlarında bu söğüdün dallarına bir dişi kırlangıç gelip kondu; derenin bir başından
bir başına yıldırım gibi uçan, beyaz göğüslerini suya dokundurarak şeffaf kanatlı küçük böcekleri ya-
kalayan diğer kırlangıçlara bakmaya başladı. Başını hafif hafif sallıyordu. Derin düşüncelere daldığı
belliydi.
Söğüdün dalları hışırdadı. Bir erkek kırlangıç geldi, dişinin karşısındaki dala kondu.
Kırlangıçlar arasında pek teklif yoktur. Uzun uzadıya takdim filan edilmeden konuşmaya başladılar ve
pek az sonra da ahbap oldular.
Evvela havadan, sudan bahsedildi. (İlki kişi birbirlerini yeni tanıdıkları zaman havadan sudan bahset-
mek adettir.) Fakat biraz sonra erkek bir iki dal ileri geldi, dişi daha az çekingen bir hal aldı.
Muhabbeti kaynattılar.
- Olur ya!- demeyin, iki kırlangıcın ilkbaharda, herkes dört tarafa koşup çalışırken bir söğüt dalında
oturup yarenlik etmeleri gündelik işlerden değildir.
Bizim kırlangıçların ikisi de antika mahluklardı, yani öteki kırlangıçlara benzemiyorlardı. (Başkalarına
benzemeyenlere antika derler.) Evvela dişi kırlangıç lafı derin tarafından açtı:
- Siz hiç çalışmıyorsunuz?-
Başka bir kırlangıç olsaydı hemen: -Ya siz neden burada oturuyorsunuz?- diye ikinci bir sorguya kal-
kışırdı. Fakat bizimki derin derin içini çekti ve sustu.
Ve dişi onun söylediği şeyleri anlıyormuş gibi başını salladı ve gözlerini aşağıda şıpırtıyla akan suya
dikti.
Bir müddet daha sustular. Erkek birdenbire gözlerini dişiye dikerek söze başladı:
- Bakınız şunlara...- Ve aşağıda birbirini çaprazlayarak uçan ve dokuma tezgahının mekiklerine ben-
zeyen kırlangıçları gösterdi. -Bakınız şunlara... Sabah akşam demeden, yaz kış demeden çalışıyorlar.
Ben bunlara çok kere sordum: Neden böyle durmadan uğraşıyorsunuz, dedim, cevap vermediler.
Omuzlarını silkip yanımdan uzaklaştılar. Dişi:
- Birbirimize sen diye hitap etsek nasıl olur?- dedi. Erkek okkalı sözlerine cevap olmayan bu lafı bek-
lememekle beraber, bu tekliften hoşlandı ve tekrar başladı:
- Adeta utanıyorum...- dedi, -Bütün kuşları sıraya dizseler biz herhalde sonuncu gelmeyiz. Kılığımız,
kıyafetimiz düzgündür. Aklımız, şu sabahtan akşama kadar avaz avaz bağıran bülbülden herhalde üs-
tündür. Kanadımızı bir vursak en hızlı güvercinden daha çok yol alırız. Halbuki bütün kuşların en
zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile üç günlük ömrünü keyifle geçi-
riyor da, biz, arasından uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz.
Biraz durdu, dişiye doğru yandan bir göz attı:
- Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: ‘Dünyada neler gördünüz?’ dese herhalde verecek cevap
bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki...- Dişi, gözlerinin içi buğulanarak:
- Ah- dedi, -tıpkı benim gibi düşünüyorsun.- Erkek cevap verdi:
- Zaten seni burada tek başına görünce benim gibi düşündüğünü anlamıştım. Doğru değil mi ama?
Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek ol-
duktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye
yaşıyoruz?
Dişi tasdik eder gibi başını salladı:
63