Page 122 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 122

11         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI





                  “İpi burnuyla zorluyor olmalı” diye düşündü. “Bunun böyle olacağı belliydi. Başka çaresi yoktu za-
               ten. Canını yakıp sıçramasına yol açar bu ama ben yine dönmesini yeğ tutardım. Zıpladıkça iğnenin
               takıldığı yer biraz daha büyüyüp yırtılacak. O zaman iğneden kurtulması ihtimali de var.”

                  “Zıplama balık” diye söylendi. “Zıplama emi!”
                  Balık birkaç kez ipe asıldı ve her seferinde de ihtiyar balıkçı başını sallayarak, tuttuğu oltayı biraz
               daha kastı.
                  “Acısı neredeyse orada kalmalı” diye düşünüyordu. “Benimkinin önemi yok. Ben kendimi idare
               ederim. Fakat onun acısı, aklını başından almalı.”

                  Bir süre sonra balık oltayı çekmekten vazgeçip yeniden dönmeye başladı. İhtiyar da fırsattan ya-
               rarlanıp ipi çekmeye koyulmuştu. Birden yine bayılacak gibi oldu. Sol eliyle bir avuç tuzlu su alarak
               başına, alnına sürdü. Sonra boynunu, ensesini ovuşturdu.

                  “Krampın sırası değil” diye mırıldanıyordu. “Balığın da fazla ömrü kalmadı, biraz daha dişimi sıkma-
               lıyım. Böyle şeyleri aklımdan bile geçirmemeliyim.”

                  Bir süre kıç aynasına dayanarak diz çöktü. Oltanın ipini yeniden sırtına almıştı. “O dönerken ben
               şuracıkta biraz dinleneyim; sonra kalkıp var gücümle asılıveririm” diye kararlaştırdı.

                  Böyle kıçta oturup ipten bir karış bile çekememek, balığın böyle kendi kendine dönüp durma-
               sı adama dokunuyordu. Olta ipinin gevşemesinden balığın yaklaşmakta olduğunu anlayınca ayağa
               kalktı ve yaylana yaylana ipi çekmeye başladı.

                  “Adamakıllı yoruldum” diye düşündü. “Mevsim rüzgârları da başlamak üzere. Fakat bunca didin-
               meden sonra onu ele geçirmek zevkli olacak. Ona öyle ihtiyacım var ki.
                  Çemberin  öteki ucuna  giderken  biraz  daha  dinlenirim.  O  zaman  daha  iyi  olur.  İki  kez  daha
               döndükten sonra elimde demektir.”
                  Hasır şapkası iyice başının arkasına kaykılmış durumda kıça çökmüş, balığın dönüşünü izliyordu.

                  “Sen uğraş dur balık” diye düşündü. ‘Nasıl olsa elimdesin.”
                  Deniz yavaş yavaş dalgalanmaya başladığı halde rüzgâr sertleşmemiş, oldukça hafiften esiyordu.
               Bunun dönüş için ne büyük yararı olacağını düşündü.
                  “Dosdoğru güneybatıya yönelirim” diye söyleniyordu. “Denizde kimse kaybolmaz. Hem upuzun
               bir adadır bizimki.”

                  Üçüncü dönüşte balığı ilk kez gördü.
                  Onu kayığın altından geçen kapkara, upuzun bir gölge olarak izlerken, gözlerine inanamadı.

                  “Olamaz” diye söylendi. “Hayır, bu kadar uzun, bu kadar büyük olamaz.”
                  Oysa, gerçekti gördüğü. Dönüşünü tamamlayıp dokuz-on metre ileride suyun üstüne çıkınca, yaş-
               lı adam yukarı doğru sipsivri yükselen kuyruğunu da gördü. Büyük bir tırpandan daha uzundu ve
               koyu lacivert suların üstünde tatlı eflatun rengi parıl parıldı. Balık yeniden sulara gömülürken bu sivri
               tırpan arkaya doğru eğildi; ihtiyar balıkçı birkaç kulaç aşağıdaki muazzam yaratığı, karnını çevreleyen
               morumsu çizgilere varıncaya değin, bütün görkemiyle görebiliyordu. Sırt yüzgeçleri kısılmış, göğsün-
               dekiler alabildiğine gerilip, yayılmıştı.





        120
   117   118   119   120   121   122   123   124   125   126   127