Page 29 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 29

6         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11                          Ortaöğretim Genel Müdürlüğü




           ahıra girdi. Az sonra da kabadayı ıslıkları duyuldu.
               Hıdır Emmi, Doru’yu ayakta görünce yeniden çocuklar gibi sevindi. Başını okşadı. Eliyle gövde-
           sini temizledi. Musula saman koydu, ılık su getirdi.
               Kısrak, istekle suyu içti. Yeniden silkindi, başını musula soktu.
               Hıdır Emmi, atın yiyişini seyretti.
               - Ben sana tipi ha geldi, ha geliyor demedim mi? Bakma Emmi’nin bu perişan hâline... Emmin
           de at gördü, meydan gördü... Emmi kendi hanesinde değil... Kuvay-ı Milliyede, harpte. Süvariydi
           Emmin. İyi ata biner, iyi silah kullanırdı. Bir al atı vardı beylik... Yavrusu gibi bakardı. Büyük Taa-
           ruz’da o atınan bindirdi Yunan’a... İzmir’e dek o atınan kovaladı Yunan’ı... Terhiste nasıl öptüm yavru-
           mu, nasıl kucakladım al’ımı... Bak gözümün önüne geldi cümle olanlar... Sonra döndük köye. Ağam
           ölmüş, dam uçmuş. Bir gözü ağrıklı ana, bir karı, bir yedi sekizinde çocukla kaldım ortalarda... Aha,
           şu ahır sekisinde kışladık bir yıl... Derdin ne, ağrın ne diye soran olmadı. Çok çekti Hıdır Emmin
           kadersiz kısrak. Bir dünya yüzü görmedi. İstedim bir atım olsun. Olmadı. Kırk yıldır ucu ucuna denk
           getiremedim. Oğul, uşak çoğaldı. Bir karnımızınan başa çıkamadık. At almak nerde? Zabın öküzlere
           kul köle olduk. Eşşek koştuk dövene. Şu öküze bak şu öküze... Şu deriye, şu kemiğe can gelecek de
           Hıdır bahar hergine çıkacak... Ee, Allahtan umut kesilmez. Baharı bulsun da gerisi kolay. Bıldır çek-
           tiğimizi bu yıl da çekeriz, olur biter. Tanrı ahiretimizi kara yazmasın.
               Hıdır Emmi tımar eder gibi eliyle kısrağı sürekli okşadı. Kendi kendine bir zaman konuştu. Son-
           ra hayvanların yemine baktı, altlarını temizledi.
               Akşamla birlikte azgın fırtına köyü sardı. Dumanlar yine odalara dağıldı. Evlerin dirliği kaçtı. Er
           saatte ocaklarını söndürenler yorganlarını başlarına çektiler.
               Yel sabaha dek ıslık çaldı, uludu. Karlar, kuytu buldukları sokak başlarına dağlar gibi yığıldılar.
               Fırtına hızını kesmeden iki gün devam etti. Herkes sanki evinde hapis olmuştu. Su için zor bela
           dışarı çıkılıyordu.
               Bu iki gün kısrağın kendisine gelmesine yetti. Yabancı bir yerde olduğunun farkına vardı. De-
           şinmeye, kişnemeye başladı. Huysuzlaştı. Ahır kapısı açılır açılmaz kapıya bakıyor, kişniyor, yuları
           geriyordu.
                  Kızım, yavrum, anladı Hıdır Emmin... İyileştin... Gayrik gözün yolda olur. Kişnemen, huy-
           suzlaşman bu yüzden... Emme dışarılar senin bildiğin gibi değil... Kış, kıyamet... Her yönde yer gök
           bir oldu. Çakal uluyup durur. Allah bilir ovadaki yılkılıkların hâlını... Bir kurban vermedilerse iyi...
           Canavarlar azgın, canavarlar zalim... Hava açmadıkça yolun kapalı. Bir çuval inciri berbatlayamam,
           bunca emeğimi yele sele veremem. Sen keyfine bak. Bu hava böyle sürüp gidecek değil ya... Kara
           yelin de çalımı bozulur. Rüzgâr döner, hava ılır... Bir bakarsın güllük gülüstanlık her bir yön... O va-
           kit sen sağ, ben selamet... Rabbim sana da baharı buldurur. Merhametsiz sahibin seni arar. Yeniden
           dönersin köyüne. Gücün kadar işe sarılırsın. Seneye Allah kerim. Yine bu yanlara gelirsen Hıdır
           Emmini unutma...
               Dorukısrak üç gündür ahır dirliğinin altını üstüne getirmişti. Huysuzluğu her geçen gün arttı.
           Yuları kırmak istiyordu. Debeleniyor, kişniyor, ahırdan çıkmak için sanki feryat ediyordu. Geceler
           boyu Hıdır Emmi’yi uyutmadı. Ev halkı tedirgin oldu. Hepsi homurdandı. “Defolsaydı” dediler, “ce-
           hennemin dibine” dediler. Ama bu duygularını Hıdır Emmi’ye söylemekten çekindiler.
               - Kısrak gitmek ister. Yabancı yerdeyim, der. Beni bırakın, der. Tüm atlar böyledir... Yabancı
           yerde olduğunu sezince bir dünyayı ayağa kaldırırlar. Benim Kuvay-ı Milliyedeki al var ya, o da böy-
           leydi. Vay, şu bizim köylü, şu garip kısrak kadar her bir şeyi anlasa...
               Doru’nun köyden ayrılışı törenli oldu.
               Azgın fırtına üçüncü gün inişti. Yel, ulumasını kesti, sonra ortadan kayboldu. Dört bir yön açıl-
           dı. Aralandı. Tepeler, dağlar ortaya çıktılar. Güneş her sabah Çiçekdağı ile Aygar’ın tepesine altından
           birer taç gibi iniyor, sonra tepelerden aşağı sarı ışık hâlinde akıyordu. Isıtıcı ışık ile beyaza bulanmış
           dünyaya bir umut düşüyordu. Dünya, umudu insanların yüreklerine aktarıyor, keder pılısını pırtısını
           raflara kaldırıyordu.




          28
   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34