Page 17 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 2.Ünite
P. 17
Hikâye
OĞLUMUZ
Karım belirmeğe başlayan pencerenin önünde oturuyordu; bütün geceyi
3. Metin orada geçirmişti.
— Sen hâlâ yatmayacak mısın? dedim.
Doğruldu. Kül rengi pencerenin önünde sadece bir gölgeden ibaretti. Fakat
bu gölgede, beraber geçirdiğimiz yirmi küsur yılın her gününden bir şey vardı.
— Ezan okunuyor, diye mırıldandı.
Sesi bana hüzün verdi. Odamız bu dünyadan, duyguların erişemeyeceği kadar ötede gibiydi (...)
Hareketlerinde ve yürüyüşünde, kabul edilmiş bir mağlûbiyetin hazin sükûneti vardı. Mutfağa
geçti. Onu sanki rüyada görüyordum: Mangala ve semavere kömür koydu; abdest aldı, sonra secca-
desini sofaya sererek namaza durdu.
Pencere iyiden iyiye aydınlanmıştı.
Renksiz, sessiz ve serin kuşluk vakti. Yatağın ılıklığı, belirsiz duygular, düşünceden kaçış. Dalmışım.
— Yahu...
— Ne var?
— Geldi..
— İyi ya işte..
Fakat mesele bu değildi. Karım beni kayıtsız buluyor ve üzülüyordu:
— Bir şey söylemeyecek misin; bu üçüncü oluyor… Ha yahu: Ne yapacağız?
Bilir miyim ben. Fakat ona:
— Yarın bir şeyler yaparım, diyorum.
Hangi yarın?.. Gökyüzü tatlı maviliğini bulmuştu bile. Gün, katılmağa mecbur olduğumuz gün,
başlıyordu. Karım haklı. Bunun üzerinde durmak lâzım. Oğlum yatağına daha yeni giriyordu. Ona, bu
yaptığının ümitsiz bir isyan olduğunu anlatmalıydım. Yataktan, birdenbire fırladım. Karım telâşlandı:
— Fazla sert davranma. Ne de olsa artık...
Devam edemedi. Ona baktım. Gözlerindeki mana allak bullak. Ah benim saz benizli, kır saçlı be-
beğim.
Çıkarken, omuzlarıma hırkamı koydu.
Odası gündoğdu tarafındaydı. Pencereleri büyükçe bir bahçeye bakardı. Karşı evden kurtulmak
üzere olan güneş duvarları hafifçe pembeleştirmişti.
Ve o, uyumuştu.
Elbiselerini masanın üstüne atıvermiş, pijamasının ceketini giymemişti. Yatağının yanındaki san-
dalyeye iliştim. İçim bir tuhaftı. Ona bakamıyordum; fakat onunla doluydum. Tıpkı, çok eskiden bir
defa daha olduğu gibi. O zaman daha küçüktü, tifoya tutulmuştu, ateşi vardı sayıklıyordu. O, şimdi
bunu hatırlamaz ki...
*
Karlı bir Şubat gecesi doğmuştu. Babamın kucağına verirken bir tuhaftım... İsim ararken kamus
bana ne kadar boş gelmişti. Ona, ışıl ışıl, kâinat gibi manalı bir kelime bulmak istiyordum. Sonunda
Ömer dedik. Bu da ona yakışmıştı. Onu, tarihe girmiş bütün Ömer’lerin ikbaline lâyık görüyordum.
49