Page 22 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 2.Ünite
P. 22

2. Ünite


                                                KOCA ÖKÜZÜN ÖLÜMÜ

                                     Yusuf, titreyen elleriyle ılgınları araladı. Yarı kapalı, yumuk yumuk gözleri-
                    4. Metin      ni, büsbütün küçülterek nehrin iki kıyısını süzdü. Önünde bir bataklık, bulanık
                                  suların ortasına doğru, bir yarımada şeklinde uzanıyordu. Yarımada, nehrin en
                                  derin bir noktasına kadar yürümüştü. Yığın yığın sarı miller, yakıcı mayıs güneşi-
                                  nin altında, ıslak ıslak parlıyordu. Yusuf, bir zaman daha sulara, bataklığa baktı.
                                  Sonra birdenbire kalbi durur gibi oldu. Bir an gözlerini yumdu. Açtığı vakit, iki
                                  damla yaş, bembeyaz sakalına yuvarlandı. Güçlükle iki üç adım daha attı; ılgın-
               lardan kurtuldu. Sonra dizlerinin bağı çözüldü. Oracığa, kumların üzerine çöküverdi. Titreyen ellerini
               dizlerine dayadı. Ellerinin, dizlerinin sarsılması bir zaman sonra kesildi. Taştan bir heykel gibi, nehrin
               bulanık sularına doğru uzanan bataklığa baktı kaldı.
                  Yusuf, koca öküzü üç gündür aramadık yer bırakmamıştı. İlk aklına gelen, onun bir ziyana girip
               kolcular tarafından götürülüp tokata kapatılması olmuştu. Fakat elin ekilmiş tarlasına ziyana girmek,
               koca öküzün âdeti değildi. Bütün beraber yaşadıkları uzun senelerde ne Yusuf, ne de koca öküz, ha-
               ram mal yememişti. Yusuf’un ümidi boşa çıkmadı: koca öküz, ziyana girmemişti. Yusuf, üç gündür, kö-
               yüne yakın çiftlikleri, dağı bayırı dolaşmış, önüne gelene koca öküzü sormuştu. Fakat bir türlü onun
               nehrin öte yakasına geçmeye niyetleneceğini hatırına getirmemişti. Nihayet bu sabah, bu ihtimal
               zihnini kurcalamış; kalkmış, oğluna, “Sen, şu yakaya git” emrini vermiş, kendisi de nehrin bu yakasını
               tutmuştu.
                  Yusuf uzun zaman olduğu yerde, kılını bile kıpırdatmadan kaldı. Neden sonra oğlu gelip yanına
               çökünce kendine geldi. Delikanlı, gözlerini dikmiş babasına bakıyordu. Boğuk bir sesle:
                  “Bulamadım.” dedi. Baba da gözlerini dikmiş, bataklığın üzerinde dolaşan iki kartala bakıyordu.

                  “Ben, buldum!” diye mırıldandı. Genç adam, babasının baktığı istikamete döndü. Öfkeyle:
                  “Namussuz ne işi varmış suyun, batağın içinde?..” diye söylendi. Yusuf, dönüp oğlunun yüzüne
               baktı:
                  “Karşı yakaya geçmeye niyetlenmiş bir hâlde..”

                  “Ne işi varmış o yakada?” Yusuf’un yüzünden acı bir tebessüm uçtu:
                  “Mübarek bu mevsimde işsizliği hiç sevmezdi. Canı sıkılmış olacak. Huyu sarı öküze benzemezdi...”

                  Yusuf’un oğlu ayağa kalktı. Dikkatle nehrin çepçevre çevirdiği bataklığa baktı.
                  “Hiç de boğulmuşa benzemiyor. Yoksa sular alır giderdi.”

                  “Boğulmamış ki... Karnına kadar çamura batmış.”
                  “Ölmüş ya...”

                  Yusuf, cahillik etme der gibi ters ters oğlunu süzdü.
                  “Ulan bunu diri diri çakallar yemiş işte.” Delikanlı heyecanlandı. Şaşkın şaşkın etrafına bakınmaya
               başladı.
                  “Allah, Allah... Hiç de çakalların yediği öküz görmemiştim.”

                  “Ben, çok gördüm. Karşı yakaya yüzüp geçerim sanır fukara...  Gözüne suyun en dar yerini kestirir.
               Bataklıktan yürümeye başlar. Yürüdükçe de batar. Çıkayım diye uğraşır batar; çıkamaz, battıkça ba-
               tar... Çakal bu, şaka mı, fırsat gözler. Sürüyle çullanırlar öküzcazın üzerine. Diri diri, bağıra bağıra; gece
               karanlığında zavallının karnını deşerler. Kıpırdayamaz, kaçamaz, böğürür, böğürür... Ta karnı delik de-
               şik oluncaya kadar... Ta geberinceye kadar işkence ederler. Sonra çamurların içine yıkılır kalır. Etraf
               aydınlanınca, iş kartallara, gördüğün gibi leş kargalarına düşer. “Delikanlı, büsbütün hayretle açılan
               gözlerini bir babasına, bir bataklığa koca öküzün yattığı yere çeviriyordu. Bir kere daha:




          54
   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27