Page 13 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 - Ünite 4
P. 13

4.  ÜNİTE






                  Bu sefer o ağacın dibinde (kendisi) durdu. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz
               kargı ile gergedanın başına vurdu ve onu öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, aldı gitti.
                  Tekrar geldiği zaman gördü ki: Bir ala doğan gergedanın bağırsaklarını yemektedir. Yay ve okla ala
               doğanı öldürdü ve başını kesti. Ala doğanın resmi budur:
                  Sonra dedi ki: (Gergedan) geyiği yedi, ayıyı yedi. Kargım onu öldürdü; demir olsa (olduğu için). Ger-
               gedanı ala doğan yedi, okum onu öldürdü; bakır olsa (olduğu için) dedi, gitti. Gergedanın resmi budur:
                  Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı. Gökten bir gök
               ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki:
                   O ışığın içinde bir kız var, yalnız oturuyor. Çok güzel bir kızdı. Başında (alnında?) ateşli ve parlak bir
               beni vardı, demir kazık (kutup yıldızı) gibi idi. O kız öyle güzeldi ki, gülse, Gök Tanrı gülüyor; ağlasa Gök
               Tanrı ağlıyordu. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi, aldı.
                  (…)
                  Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra (gözleri) parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün
               adını koydular; ikincisine Ay adını koydular; üçüncüsüne de Yıldız adını koydular.
                  Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önünde, bir göl ortasında, bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda
               bir kız vardı, yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kızdı. Gözü gökten daha gök idi; saçı ırmak gibi dalgalı idi;
               dişi inci gibi idi. Öyle güzeldi ki, eğer yeryüzünün halkı onu görse: Eyvâh! ölüyoruz der ve (tatlı) süt, (acı)
               kımız olurdu.
                  Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti. Yüreğine ateş düştü; onu sevdi, aldı.
                  (…)
                  (Kız) gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra (gözleri) parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine
               Gök adını koydular; ikincisine Dağ adını koydular; üçüncüsüne Deniz adını koydular.
                  Sonra Oğuz Kağan büyük bir toy (ziyâfet) verdi. Halka emir (verdi ki…) (Oğuz Kağan) halkı çağırınca,
               ahâli birbirine danıştı ve geldi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, (...), tatlılar ve
               kımızlar yediler ve içtiler. Toydan sonra Oğuz Kağan beylere ve halka buyruk verdi ve

                                            Ben sizlere oldum kağan,
                                            Alalım yay ile kalkan,
                                            Nişan olsun bize buyan,
                                            Bozkurt olsun (bize) uran,
                                            Demir kargı olsun orman,
                                            Av yerinde yürüsün kulan,
                                            Daha deniz, daha müren,
                                            Güneş bayrak, gök kurıkan,

                  dedi. Ondan sonra Oğuz Kağan dört bir yana emirler yolladı; tebliğler yazdı ve elçilere verip gönderdi.
               Bu tebliğlerde şöyle yazılmıştı:
                  Ben Türk-Uygurlar’ın kağanıyım ve yer yüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat
               dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul ederek, onu dost edinirim. Kim baş eğmezse,
               gazaba gelirim; düşman sayarak, ona karşı asker çıkarır ve derhal baskın yapıp onu astırır ve yok ettiririm.
                  Yine o zamanlarda sağ yanda Altun Kağan adında bir kağan vardı. Bu Altun Kağan, Oğuz Kağan’a elçi
               gönderdi. Pek çok altın, gümüş takdim etti ve yâkut taşlar alıp, pek çok cevâhir yollıyarak, bunları Oğuz
               Kağan’a saygı ile sundu. Ona itaat etti, iyi hediyelerle dostluk temin etti ve onunla dost oldu.
                  Sol yanında Urum adında bir kağan vardı. Bu kağanın askeri ve şehirleri pek çoktu. Bu Urum Kağan,
               Oğuz Kağan’ın emrini dinlemezdi. Onun arkasından gitmezdi. Ben onun sözünü tutmam diyerek emrine
               bakmadı. Oğuz Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi; bayrağını açarak, askeriyle ona karşı
               yürüdü.
                  Kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağa-
               rınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek





           146
   8   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18