Page 15 - Türk Dili ve Edebiyatı - Ünite 4
P. 15
Makale
Hazırlık
Edebiyat, hayatı ve içinde var olduğu toplumu yansıtmalı mıdır? Tartışınız.
HAYAT VE EDEBİYAT
Hayatın en büyük esası samimiliktir. Bu itibarla, hayat ile rabıtası olan edebi-
3. Metin yat, mutlaka samimi bir edebiyattır denilebilir. Hayatı en gizli, en karışık köşe-
lerine kadar göstermeyen, ruhumuzun hamlelerini anlatmayan, duygularımı-
zı tıpkı hayatta olduğu gibi saf ve derin bir surette duyurmayan, elemlerimizi,
felâketlerimizi, ahlâkî yaralarımızı açık açık aksettirmeyen bir edebiyat, hayat
ile rabıtasız ve sahte bir edebiyattır. Öyle bir edebiyat, kelimeleri dizip, onlar
üzerinde işlemek hususunda belki pek mâhir kuyumcular çıkarabilir; belki onlar
çok süslü, çok göze çarpacak şeyler yapabilirler; fakat ne kadar yazık ki bütün bu
sahte mahsuller muntazam kış bahçelerinde yetişen iri yapraklı, parlak renkli çiçeklere benzer: uzaklı-
ğından dolayı bize çok cazibeli, çok harikulâde görünen o meçhul sıcak iklimlerin bu göz kamaştıran
mahsulleri nasıl açık bir havaya, sert bir rüzgâra dayanamazsa, hayat ile alâkası olmayan böyle bir
edebiyat da zamanın nihayetsiz kasırgaları önünde süprülüp gitmeye, yahut limonluğun dar, sahte
havası içinde yaşamağa mahkûmdur... Halbuki bedii his, hislerimizin en ilâhi ve en derunîsi yâni en
samimisidir: akşam rüzgârı ile inleyen bir çam ormanının karanlık hışıltıları ne kadar tabiî ise, ruhun
güzellik karşısında duyduğu hisler de hayatın en derin ve anlaşılmaz köşelerinden birdenbire fırlayıp
çıktığı için, her şeyden çok samimidir. İşte bunun gibi cemiyetler, milletler için de “güzel” ve “iyi” telâk-
kîlerinden daha “millî” hiç bir şey yoktur. Bir cemiyeti başkalarından ayırmak isterseniz onun din ve
ahlâk hakkındaki, güzellik hakkındaki samimi duygularını arayınız. Çünkü bunlar doğrudan doğruya
ruhundan koptuğu için hayatının en samimi cihetleridir.
Bizim daha İslâmiyet dâiresine girmeden evvelki edebiyatımız, musikimiz, iptidâî olmakla bera-
ber cemiyetin sînesinden kopan ve bundan dolayı işitildiği zaman göğüsleri heyecanla kabartabilen
basit bir dağ edebiyatı, bir yayla havası idi. Yiğitlik hâtıraları bütün halkın ruhunda yaşayan eski kahra-
manların destanları okundukça, altın direkli otağındaki hakandan kısrak sütü sağan kadınlara kadar
bütün Türkeli, ruhlarında aynı dalganın kabardığını duyarlardı. Dağdan dağa orman perileri gibi kes-
kin ıslıklarla seslenen beyaz gocuklu çobanların kamış düdüklerle çaldıkları o havalar, “Tekin: prens”-
lerin Hint ve İran eşyasıyle süslenmiş portrelerinde de aynı tesiri yapardı. Yâni o zamanki edebiyat
bütün ruhları bir noktaya toplayabilen, hepsine aynı heyecanı veren, onlara müşterek bir zevk hayatı
yaşatan sağlam bir edebiyattı. Kır çiçekleri kadar basit, dağ havaları kadar vahşi olmakla beraber,
doğrudan doğruya Türkeli’nin ruhundan kopan saf, samimi bir edebiyat... Bunda bitip tükenmez
belâgat, kâideli, muayyen ve mazbut şekiller, çok kullanılmaktan artık kalıp haline gelmiş istiareler,
dimağın, uzun uzun düşünerek bulduğu işitilmemiş teşbihler yoktu; “ozan” denilen halk şâirleri on-
lardan numûneler saklayan, kitaplı, kütüphaneli adamlar değildi. Bozkırların kül rengi gökleri altında,
esen rüzgârlardan bir ses, akan sulardan bir âhenk, dağ çiçeklerinden renk ve koku alan bu iptidâî
sanatkârlar, belki, sırtında koştukları kısraklardan daha başı boş, daha kendi temayüllerine tâbi ya-
şıyorlardı. Sanatın bütün unsurlarını, lisanını, veznini, mevzularını dâima halktan aldığından dolayı,
“ozan”ın basit ezgileri Türkeli’nin nihayetsiz ovalarında, karlı dağların tepelerinde, karanlık ormanların
pınarlarında yıllarca yaşadı ve hâlâ da yaşıyor... Hakikaten, yabancıların göğsünden kopan seslere
dâima kayıtsız kalan halk, kendi ruhunun nağmelerini pek iyi bildiği için onu duyar duymaz derhal
yüreği kabarır ve açık kalbinin bütün safvet ve samimiyeti ile o nağmelerin geldiği tarafa koşar. Es-
tetikçilerin uzun tahlillerle pek müşkül bulabilecekleri bir hakikati, halk çok defa, fıtrî bir âşinalıkla
derhal duyabilmiştir!
İran numûnelerini taklit ederek saraylarda ve medreselerde vücûde getirdiğimiz eski edebiyat,
gazel ve kaside edebiyatı, bu ilk devirlerin tamamen zıddı sayılabilecek bir mahiyeti hâizdir. Bozkırla-
rın, dağların vahşi ve yapmacıksız seslerini kaval ve kopuzla inleten edebiyat nasıl doğrudan doğruya
121