Page 22 - İKİ BOYUTLU SANAT ATÖLYE 12
P. 22
f) Romantizm
19. yüzyıla kadar genel olarak
İncil’den alınmış sahneler işlen-
miştir. Fransız Devrimi’nden son-
ra romantizm ile birlikte sanatçılar
dinin etkisinden sıyrılmış, doğaya
ve gerçek yaşama yönelmişlerdir.
Rönesans Dönemi’nde, doğanın
bir yansıması olarak kabul edilen
sanat, romantizm ile birlikte farklı
bir anlam kazanmıştır. Romantizm
için sanat, doğayı duygu yoluyla
ifade etmektir. Sanatçı, kişisel ger-
çekliği uğruna doğa gerçekliğini
terk etmiştir. Bu, yeni biçimsel anla- Görsel 1.19: Perilerle Dans Eden Oberon, Titania ve
Puck, 1786, William Blake, Tate Galeri, Londra
tımların ortaya çıkması anlamına gelmektedir.
Dönemin dikkat çeken sanatçılarından biri olan William Blake (Vilyım Bıleyk) stilizasyon ve
deformasyon açısından örnek gösterilebilir (Görsel 1.19). Blake’e göre sanatçı; iç dünyasına dön-
meli, gerçek dünyanın izlenimlerini içselleştirerek yansıtmalıdır. Bu yüzden doğayı çizmeyi red-
detmiş ve iç dünyasına yönelmiştir. Bu da nesne ve figürlerinde deformasyona neden olmuştur.
g) Empresyonizm (İzlenimcilik)
19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan empresyonizm ile birlikte, biçim anlayışının değiştiği
görülmektedir. İzlenimci resimde kontür anlayışı yok olmuş, resim birbiri içerisinde eriyen görü-
nümler hâlini almıştır. Empresyonist sanatçılar, güneş ışığının günün farklı saatlerindeki değişi-
miyle ilgilenmiştir. Var olan gerçeklikleri, sürekli değişen bir olgu olarak algılamışlardır. Nesneler
onlar için sürekli değişen anlık görüntülerdir. Doğadaki zamanın biricik ve tek bir zamanı işaret
ettiği söylenebilir. Bu zamansal süreç durdurulamaz ve engellenemez bir biçimde akıp giderken
empresyonist sanatçı o anı yakalayıp dondurmayı ve anı ölümsüzleştirmeyi amaçlamıştır. Her
izlenimci resim, sürekli devinim durumunda olan varlığın bir tek anını yakalamıştır ve çatışma hâ-
lindeki güçlerin arasında; er geç bozulacak olan, nazik bir dengenin temsilcisidir. İzlenimci bakış
açısı, doğayı bir gelişim ve bozulma süreci hâline dönüştürür. Dengeli ve tutarlı olan her şey, bir
metamorfoz sonucu bozulur ve bitmemiş,
eksik kalmış olma özelliğine bürünür. Gö-
rülene göre hareket etmek yerine öznel
hareket etmek, bu akımla doruk noktası-
na ulaşır. Empresyonist sanatçının doğayı
yansıtması ya da nesnelerin tanımlanabilir
olması kaygısından uzak sadece duyum-
lar yardımıyla kavranabilir bir alan yaratma
çabası, resimlerinde biçimsel bozulmalara
yol açar. Monet’in (Mone) kar ve güneşin
etkisi adlı yapıtında da (Görsel 1.20), sı-
cak ve soğuk renk lekeleriyle işlenmiş bir
Görsel 1.20: Kar ve Güneşin Etkisi, 1891, Claude Monet, doğa görülmektedir.
Metropolitan Müzesi, New York
20