Page 495 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 495

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11          244

             9. ÜNİTE > Mülakat/Röportaj  Kazanım A.4.5: Metindeki anlatım biçimlerini, düşünceyi geliştirme yollarını ve bunların işlevlerini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                  Bir Hikâyeciden Anlatım Teknikleri                   25 dk.

             Amacı     Anlatım biçimlerini ve düşünceyi geliştirme yollarını kavrayabilmek.      Bireysel

               Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                          Memduh Şevket Esendal ile İki Saat
             İlhan Geçer ile birlikte Memduh Şevket Esendal’ın Yüksel Caddesi’ndeki evinde, üstadın alt kattaki
             çalışma odasındayız. O, ihtiyarlığın verdiği hoşsohbetlikle üstü kitaplarla ve müsveddelerle dolu yazı
             masasının başında mütemadiyen konuşuyor. Kır saçları üstten ve yanlardan muntazaman arkaya doğru
             taranmış. Yüzünde işlerini gönlünce bitirmiş insanlara mahsus rahat bir ifade var. Yaşının ileriliğine
             rağmen vücudu da kafası gibi enerjik. Masanın üzerindeki müsveddeler, bazı sayfaların arasına kâğıt
             konulmuş kitaplar ve abajur, sahibinin devamlı çalıştığını gösteriyor. Masanın hemen arkasında duvara
             çakılı küçük bir şal, duvarlarda aile resimleri ve Asya şehirlerini canlandıran renkli manzaralar. Ortada
             büyük bir taş kömür sobası, koltuklar, bir kanepe, kapıdan girince iki yanındaki duvarlara dayanmış
             etajerler, bunlardan birinin üstünde süslü bir çerçeve içinde Atatürk’ü olanca heybeti ve sarışınlığıyla
             tespit edebilmiş bir fotoğraf sonra yine aile resimleri. 
             Memduh Şevket Esendal: Buyurun buyurun beyefendi! Kusura bakmayın ihtiyar adamın odası böyle
             olur. Kız Safinaz! Safinaz, gel bakayım buraya! Bak, beyefendiler kahveyi nasıl içerler, şekerli mi şeker-
             siz mi? Ne yaparsınız evladım, biz çekildik buraya ölümü bekliyoruz. Gecinden mi versin? Gecinden
             versin iyi ama nasıl olacak. (Derin derin göğüs geçirdi.) Beni asıl üzen gençlerin ölmesi, daha onlar
             yaşayacak, gün görecek. Ya işte geçen gün Alaattin’in yirmi yaşında kızı küttedek ölüverdi. Daha gün
             görecekti, yaşayacaktı daha. Pırlanta gibi kızı götürüp toprağa elimizde verdik. 

             (…)
             Müsaade ederseniz önce hikâyelerinize neden isminizi koymadığınızı sormak istiyorum. Zira pek
             çok edebiyatsever bunu merak ediyor.
             Rahmetli Orhan Veli bana dair bir tenkit yazmış, çok itibar veriyor, bol keseden de yüz yıllık bir ömür
             vadediyor.  Hoşuma gitti; sevindim doğrusu. Orhan Veli’yi tanımazdım. Sonra aradan zaman geçti.
             İstanbul’da bir hikâye müsabakasında arkadaşlar benim de bulunmamı istediler, orada Orhan Veli’yle
             karşılaştık. Teşekkür ettim tabii. Hatırımda kaldığına göre o diyordu ki: “Sen birçok işlerin altına imzanı
             atıyorsun da ehemmiyet vermediğin için hikâyelerine imza atmıyorsun. Yüz sene sonra senin ismin on-
             larla anılacak.” Halbuki sanata ehemmiyet vermesem, yazılarıma imzamı koymamazlık yapar mıyım?
             Onlara imzamı koymamam ehemmiyet verdiğimi göstermez mi? Yazılarımın altına imzamı koymuyor-
             sam onların imza koyacak kadar değerli olduğunu kabul etmememden ileri geliyor. Ama şurası şâyân-ı
             dikkattir. Beyefendi ben, iyi yazıdan çakarım. Takdir edersiniz ki düşünmek başka, yapmak başka şey-
             dir. İnsan yatağa yatınca düşünür fakat kalemi eline alınca yapamaz. Beni tevazu gösteriyor, nasihat
             veriyor sanmayın. Ben yaşlanmış bir adamım, ömrümü yaşadım, dünya vız gelir bana. Mümkün olsa
             imzamı hiç atmam. Nitekim nam-ı müstearla yazılmış daha nelerim var. İnandığım hikâyeyi yazdığım
             zaman, bakın imzamı nasıl şakır şakır atacağım.

             Bu nam-ı müstearlardan birkaçını söyler misiniz?
             Yok canım, olmuş şeyleri ne yapacaksınız. 
             İkinci sualim şu efendim: Türk hikâye sanatı kendi kendisini bulmuş mudur?
             Bundan Türkiye denilen muhit-i coğrafyada, yabancı tesirlerden kurtulmuş, ilme dönmüş, yalnız Tür-
             kiye’yi ifade eden hikâyeleri mi kastediyorsun?
             Evet...
             Var tabii, böyle olan gençler var.





                                                                                                   493
   490   491   492   493   494   495   496   497   498   499   500