Page 157 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 157
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12
diği bu tatlıcı dükkânından önündeki küçük alanda değneğini sallayan trafik polisini görünce, çok eskiden gene
burada oturduğu bir günü hatırlamış; bir bardak portakal suyu içmiş; sağındaki karyağdı paltolu adamın bak-
lava yediğini bilmekten gelen iç bulantısıyla –başkalarının iştahla yiyebilmeleri alçakça bir haksızlıktı— yağmur
dinince çıkıp bir sinemaya gitmek kararını vermişti. Oysa şimdi karıncaları düşünüyordu. Sinemaya gitse, biliyor-
du, başının ağrısı artacak, içinde hep o bir yere geç kaldığı duygusu olacaktı. O yer belki de burasıydı. “Neden
olmasın? Onu bu şehrin bir yerinde görmeyecek miyim? İşlerine çabuk varmak telaşındaki şu karınca sürüsünün
arasına karışmaktan şaşırmış, neden bu camın önünden geçmesin?” Kulakları caddenin gürültüsüyle doluydu.
İnsanların, taşıtların geliş gidişlerini yönelten trafik polisini, elindeki değnekle, bestecisi bilinmeyen bu kötü, sı-
kıcı senfoniyi çaldıran zevksiz bir orkestra şefine benzetti.
(…)
Kesin olarak bilemediği bir şeylere kızıyordu. İçinden sövdü. “Vız gelirsiniz bana. Alay edin bakalım. Hepinize
inat, bigün bulacam onu.” Camın önünden geçen bir kız yürürken başını çevirip ona değil, dükkânın içine doğ-
ru baktı. Bu gergin yüzü, bu ürkek mavi gözleri eskiden bir yerde görmüştü. Birden başının ağrısı kesildi. İçinde
acayip bir sevinç, delice bir telaşla kalktı. Aradığı oydu. Başının ağrısını böyle kesiveren, portakal suyuyla birlik
içtiği aspirin değil, onun yüzünü görmesiydi. Kapıdan hızla çıkıp açık mavi yağmurluğu görünce yavaşladı. Yir-
mi adım kadar önünde, arkasına bakmadan yürüyordu. Girip kolunu tutsa, ‘—Merhaba,’ dese, belki başka bir söz
bile söylemeden anlaşacaklardı. Belki yalnız, ‘—Sus, biliyorum,’ diyecekti. Onun kolunu burada, karıncaların ara-
sında değil, ilerde, tenha bir sokakta tutacaktı. Bilmediği o sokağa çabuk varmak istiyordu. Mavi yağmurluklu
kızın koşmaya başladığını görünce şaşırdı. Duraktaki otobüse atlar atlamaz o da koştu, ama yetişemedi. Otobüs
kalkmış gidiyordu. Koşarken,
—Heyy, dursana! diye bağırdı.
Geçenler ona bakıyorlardı. Bir adama çarptı; sonra birine daha… Gittikçe uzaklaşan otobüse yetişemeyece-
ğine inanamıyordu. Bunun bir yolu olmalıydı. Otobüs ilerde, başka taşıtların arasında kayboldu. İnsanların hızlı
yaşadıkları bir çağda olduğunu neden unutmuştu? Soluk soluğa durdu. Ötekiler ona bakıyorlardı. Önünden ge-
çen taksiye el salladı.
155