Page 9 - Felsefe 11 | 4.Ünite
P. 9

4. ÜNİTE                                                                     18. Yüzyıl-19. Yüzyıl Felsefesi





            Birey-Devlet İlişkisi
               17. yy. felsefesinde mutlak monarşiye dayalı devlet sistemleri düşünülmüş, devletin her türlü gücü elinde
            bulundurmasının birlik ve beraberlik açısından zorunlu olduğu görülmüştür. Bu görüşe kapsamlı olarak ilk
            karşı çıkış J. Locke tarafından yapılmıştır. Locke, mutlak monarşiye karşı liberal (özgürlükçü) bir devlet sis-
            temini ileri sürmüştür.
               Locke da Hobbes gibi insan doğasından yola çıkar, toplumsal sözleşmeyi kabul eder ama düşüncelerinin
            sonucunda  mutlak  monarşiye  varmaz.  İnsanların  doğal  ortamda  özgür  yaşadığını  ifade  eden  Locke,  her-
            kesin eşit olduğunu ve birbiriyle dayanışma hâlinde bulunduğunu belirtir. Eğer bir kişi bu düzeni bozar ve
            birine zarar verirse zarara uğrayan kişi, orantılı bir şekilde zarar veren kişiyi cezalandırma hakkına sahiptir.
            Cezalandırma işinde insanların öfkelerine yenik düşebileceklerini belirten Locke, bu durumun kargaşa ya-
            ratabileceğini söyler. Dolayısıyla hukukun güvencesi için haklarını insanların kendi istekleriyle siyasal bir
            otoriteye yani devlete devrettiklerini belirtir. Ona göre doğal durumdan yapay duruma geçmek zorunludur.
            İnsanların kendi iradeleriyle kurduğu devlet düzeninde çoğunluğun dediği olmaktadır. Meşru yönetimin kay-
            nağı çoğulcu iradedir.
               Locke;  devletin  gücünü  yasama,  yürütme  ve  yargı  olarak
            üçe ayırır (Şekil 4.1). Yasama gücü, kişisel haklar çerçevesinde
            görev ve yetkileri belirlenmiş kanun yapma gücüdür. Yürütme
            gücü, yasama gücünü kullanan iktidardır. Yargı gücü, yasama
            gücünün  belirlediği  hukuk  kuralları  çerçevesinde  hem  birey-
            ler hem de birey devlet arasındaki uyuşmazlıkları çözümleyen
            güçtür. Locke’un düşünceleri, sadece bulunduğu dönemi değil
            günümüzü de etkilemiştir. Her ne kadar günümüz anlamında
            olmasa da güçler ayrılığı ilkesini benimsemesi, düşüncelerinin
            günümüze uzandığını gösterir.
               Montesquieu, toplumdaki hızlı değişimlerin etkisiyle top-
            lumu bilimsel olarak inceler. Gözlem ve deney yöntemini top-
            luma uygular. O, toplumda yaşanan olayları tek tek inceler ve
            olaylardan  genellemelere  varır.  Ona  göre  her  yasa,  kendini
            oluşturan fiziki bir veya birden fazla olayın gerçekliğine bağlı   Şekil 4.1: Güçler ayrılığı
            ve bir ilişkinin ürünüdür. Her yasa, bir başka yasaya bağlıdır
            veya tabiidir.
               Montesquieu, iki toplum arasındaki ilişkiyi düzenleyen hukukun devletler hukuku, devlet içindeki siyasi
            ilişkileri düzenleyen hukukun siyasal hukuk ve kişiler arası ilişkileri düzenleyen hukukun da medeni hukuk
            olduğunu belirtir. Yasaların niteliğini, yapıldığı toplumun belirleyeceğini söyler.
               Montesquieu; cumhuriyet, monarşi ve despotizm yönetim biçimlerini tanımlar. Cumhuriyet yönetiminde
            halkın söz sahibi olduğunu belirtir. Monarşide yöneticinin tek kişi olduğunu ve yasalar çerçevesinde yönetme
            gücünü kullandığını işaret eder. Despotizm yönetimindeyse istediğini yapma gücünün tek kişide olduğunu
            ifade eder.
               İnsanın başkasının hakkını yemeden özgürce davranma yetisine sahip olduğunu belirten Montesquieu, bu
            özgürlüğün korunması için güçler ayrılığı ilkesini öne sürer. Devletlerde yasama, yürütme ve yargı güçlerinin
            bulunduğunu ve özgürlüğü kısıtlamamak için bunların birbirini denetlemeleri gerektiğini belirtir. Montesquieu,
            görüşleriyle günümüz devlet sistemini oluşturan ve güçler ayrılığını kuramlaştıran ilk düşünürdür.
               Rousseau da devlete yönelik görüşlerini açıklarken doğal yaşamdan hareket eder. İlk insanın doğada tam
            olarak özgür ve eşit yaşadığını, yaşamının da toplumun kurulmasıyla son bulduğunu belirtir. Özellikle “mül-
            kiyet” kavramının ortaya çıkmasının özgürlüğü ve eşitliği ortadan kaldırdığına işaret eder. Özel mülkiyet an-
            layışının yayılmasının “hak” kavramını da oluşturduğunu düşünen Rousseau, bunu doğal yaşamın sonu ola-
            rak görür. İnsanların bir araya gelip zorunlu olarak “toplumsal sözleşme” yaptığını ve bunun doğrultusunda
            devletin kurulduğunu ileri sürer. İlk devletin varlığının başka bir devletin oluşmasını sağladığını, devletlerin
            giderek arttığını ve bu durumun da savaşlara sebep olduğunu düşünür.
               Haksızlık durumlarına çözüm olsun diye oluşturulan toplumsal sözleşmenin insanları köleleştirdiğini be-
            lirten Rousseau, geriye yani doğal duruma dönüşün mümkün olmadığını söyler. Çünkü insanların bu ikilem-
            den kurtulması mümkün değildir. Yapılması gereken şey, doğal yaşama uygun olan yasaların çıkarılmasıdır.








                                                                                                              103
   4   5   6   7   8   9   10   11   12   13   14