Page 11 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 - Ünite 5
P. 11
Sohbet ve Fıkra
Hazırlık
Mizah anlayışının kişilere ve toplumlara göre değişmesinin nedeni ne olabilir? Tartışınız.
MİZAHTA EHLİYET
Görüyorum ki matbuat münakaşaları gittikçe bir şakalaşma hâlini alıyor; mu-
3. Metin harrirler şimdi münakaşa meydanına atılırken mizahı en keskin, en şaşmaz, en
işleyici bir silâh olarak seçiyorlar, her hamlede bunu kullanmak istiyorlar. Kavuk-
lu ile Pişekâr gibi karşılıklı söz atıp lakırdı yutturmak merakı -doğrusu- gazeteci-
liğin ciddiyetini bozuyor. Bunun da yeri, sırası, derecesi vardır. Bu da bir meslek,
ihtisas, hatta fıtrat meselesidir. Her muharrir nüktedan, her gazeteci mizah-nü-
vis olamaz. Matbuat sade mesleği şaka, tarzı mizah, düşüncesi tuhaf olan in-
sanların mahfili değildir. Mizahî yazıların, hiç şüphesiz, çok tesirli, çok yıkıcı, rakibini şaşırtıp sersem-
letici bir kudreti vardır; fakat muvaffak olmak şartıyla… Halbuki dünyada her şeyin biraz fenası, biraz
kabası, biraz bozuğu çekilebilir, mizahın kusurlusu çekilemez. Latîfe olgun bir meyve gibi kemale
erdirilip öyle ortaya konmak lâzım gelir. Mizah Tercüme-i Telemak gibi lügat kitaplarını karıştırmağa
hâcet bırakırsa derhal en fena bir yazı derecesine düşer. Tahta siler gibi gacırtılı, iniltili, uzun, muğlâk,
yorucu üslûpla da latîfe yapılamaz. İki Nasrettin Hoca fıkrası, davul, süpürge, teneke gibi üç tuhaf ke-
lime bir araya getirilip (...) ortaya mizahi bir yazı çıkarmış olamayız. Münakaşa ettiğimiz şahıs bunlarla
yıkılmaz, susturulmaz şaşırtılmaz. Hulâsa mizah güç bir iştir.
Ben hiç zarif, hiç nüktedan olmayan bir adamın kendisini hoş-gû zannetmesi kadar dünyada feci
bir hâl tasavvur edemiyorum. Birinin elinde mükemmel bir alet, bir hücum, galebe, şöhret aleti olan
latîfe-gûluk öbürünün elinde bir kutu boya olur, her satır yazı kendi yüzüne bir ayrı renk sürer, güldü-
rür, gülünç eder. Her fıtrat mizah ve şakaya müsait değildir. Cebr ile latîfe yapılamaz; ıkına sıkına mey-
dana çıkarılan mizah kadar gazetecilikte can sıkıcı, ruh üzücü, zevk bozucu bir hadise ben tasavvur
etmiyorum. Ele alınca vücudunuzda ürpermeler koşturan galiz tuhaflıkları, gülme değil öğürtü veren
kaba yazıları, tabiî, zaten bu bahisten hariç tutuyorum. Daha yüksek seviyeli gazeteciliğin mizahını
tetkik ediyoruz; ben böyle gazetelerin mizahı sû-i istimal etmemesini istiyorum.
Evvelâ bilmemiz lâzım gelen bir mesele vardır, en temelli, canlı mesele: Mizah her aklın, her zekâ-
nın dokuyacağı bir kumaş değildir. Benim kudretim nasıl bugün ruhiyât üzerine yazı yazmağa eriş-
mezse, sizin hilkatiniz de mizaha müteallik hoşça lakırdı marifetleri yapmağa müsait değildir. Ben
cehlimi zorlamakla âlimâne makaleler belki yazarım, fakat zorbalıkla fıtratımı parçalayıp ortaya -hiç
istidadım yokken- zarif, nüktedan bir
muharrir şeklinde çıkamam. Bu mu-
hakkak... O hâlde her eli kalem tutan
nükteciliğe kalkarsa çıkaracağı meta
çürük, kaba, katı bir şey olur.
İkincisi: Fıtraten gülünç olanlar
tam mânasıyla mizah yapamaz. Mi-
zah gülünç olmak değil, gülünç olanı
görmek ve onu zarifâne anlatmaktır.
Kendi gülünç olanın evvelâ kendini
görmesi, kendine gülmesi, kendine
güldürmesi lâzım gelir ki böyle biri
daha hiçbir diyarda çıkmadı. Mizah
muharriri şuurlu, muhakemeli bir
adam olmalı; her hâlde ipsiz sapsız
fikirleriyle, delidolu hareketleriyle,
143