Page 42 - Özel Eğitim İhtiyacı Olan Öğrenciler
P. 42

ORTAÖĞRETİM KADEMESİNDE KAYNAŞTIRMA/BÜTÜNLEŞTİRME YOLUYLA EĞİTİM UYGULAMALARI

        OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU OLAN ÖĞRENCİLER

        1. Tanım
               Otizm spektrum bozukluğu (OSB), ilk belirtileri genellikle çocukluk dönemlerinde görülen, sözlü ve söz-
        süz iletişimde ve sosyal etkileşimde sınırlılıklar ve yetersizlikler, ilgi alanlarında kısıtlılıklar ve stereotipik yani
        tekrar eden davranışlar ile karakterize edilen nörolojik temelli bir gelişimsel bozukluktur (The Diagnostic and
        Statistical Manual of Mental Disorders-5 [APA], 2013). Otizm terimi ilk kez Avusturalyalı çocuk psikiyatristi
        Leo Kanner tarafından 1943 yılında "Autistic disturbances of affective contact” adlı makalede kullanılmıştır.
        Kanner, çalışmasında başarılı ve zeki olarak tanımladığı on bir çocuğun norm olarak kabul edilen çocuk dav-
        ranışlarının dışında sergilediği davranışları incelerken bu çocukları “early infantile autism” (erken bebeklik otiz-
        mi-infantil otizm) olarak tanımlamış ve "otizm" terimini Bleuler'in “aşırı yalnızlık” anlamında kullandığı şekilde
        adapte etmiştir (Bleuler, 1911; Kanner, 1943).
               Tanılanan ilk çocuklarda dil işlevlerinde bozukluk, sosyal becerilerde eksiklik ve değişikliklere direnç
        gibi ortak özellikler gözlemlenmiştir. (Kanner, 1943). Bu vakaların üzerinden  on yıllar geçmiş olmasına rağmen
        bu üç temel özellik hâlâ otizm belirtileri olarak kabul edilmekle birlikte otizmin nedenleri bugün de tam olarak
        açıklanamamaktadır (Hebert ve Koulouglioti, 2010). Ayrıca bu belirtilerin varlığı ve şiddeti otizm spektrum bo-
        zukluğu tanısı almış çocuklar arasında farklılık göstermektedir. Çocukların akranlarıyla ve yetişkinlerle sınırlı
        etkileşimleri, alışılagelmişin dışında davranış kalıpları sergilemeleri, iletişim kurma veya dil işlevlerindeki bozuk-
        luklar nedeniyle anlaşılır bir şekilde konuşamamaları ve tekrarlayan davranışlar göstermeleri, her ne kadar ço-
        cuktan çocuğa değişiklik gösterse de, günlük yaşam becerilerinin sürdürülmesi ve topluma uyum sağlam OSB'li
        bireylerin özellikleri tarih boyunca hatta ilk kez tanımlandıkları dönemlerde bile çeşitlilik göstermiştir. Kanner'in
        çalışmasından bir yıl sonra, 1944'te, Hans Asperger tarafından yapılan bir çalışmada "Otistik Psikopati" olarak
        adlandırılan bireyler akranlarına benzer veya onlardan daha üstün zekâya sahip, dil işlevlerinde bozukluğu ol-
        mayan ve en azından akranları kadar dili iyi kullanabilen ancak sınırlı ilgi alanları ve motor becerilerde ve sosyal
        etkileşimde zorluklar yaşayan çocuklar olarak tanımlanmıştır (Asperger, 1944; akt. Kaymak, 2016).






















               Otizm terimi, benzer yıllarda farklı ülkelerde farklı şekillerde kullanılarak çeşitli bireyler otizmli olarak
        tanımlanmıştır. OSB'li çocuklar, dar ilgi alanlarına sahip olmalarına rağmen bu alanlara yoğun bir ilgi gösterir-
        ler ve özellikle sosyal etkileşimdeki yetersizlikleri nedeniyle genellikle yalnız ve tuhaf olarak nitelendirilirler. Bu
        durum, şizofrenide kullanılan ve gerçeklikten koparak kendi düşünce dünyasına dalma durumunu ifade eden
        otizm teriminin kullanımıyla bağlantılıdır. Otizmin, 1980 yılında Amerika Psikiyatri Birliği (APA) tarafından ya-
        yımlanan Ruhsal Bozuklukların Tanımsal ve Sayısal El Kitabı (Diagnostic and Statistical Manual-DSM-3) ile ço-
        cukluk çağı şizofrenisinden ayrılarak bağımsız bir kategoriye alınması, bu tercihin doğruluğunu desteklemiştir.
        DSM-3'te ilk kez Kanner’ın tanımına uygun olarak "infantil otizm" terimi kullanılmış, daha sonraki genişletilmiş
        versiyonda "otistik bozukluk" terimi kullanılmaya başlanmış ve DSM-4 ile "Yaygın Gelişimsel Bozukluklar" ka-
        tegorisi tanımlanmıştır. Yaygın gelişimsel bozukluklar terimi; sosyal beceriler, duygusal karşılıklılık, iletişim ve
        sembolik oyun gelişimi gibi alanlarda yaşanan zorlukları ifade etmek için kullanılmaktadır (APA, 2000).

    42
   37   38   39   40   41   42   43   44   45   46   47