Page 108 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 108

11         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI





                  “Peki ne karışıyorsun mesela istedikleri saatte yatıp kalkmalarına?”
                  Murtaza sertçe, ”Yaparım vazifemi,” dedi.

                  “İyi ama, herkesin şu ya da bu saatte yatıp kalkması senin vazifen değil ki. Senin vazifen, sana ve-
               rilmiş bölge dahilinde geceleri dolaşmak, mahalleye göz kulak olmak. Sense...”

                  Murtaza hindi gibi kabardı:
                  “Ben gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye, hem da disiplin amirlerimden.”

                  “Amirlerin sana kursta, vatandaşı kendinden şikâyet ettirecek kadar rahatsız et mi dediler?”
                  Murtaza yutkundu. Tanıklara gözucuyla, ama nefretle baktı. Sonra Emniyet Müdürü’ne döndü:

                  “Bu vatandaşlar amirim, bilmezler öz çıkarlarını.”
                  “Allah Allaaah...”

                  “Evet. Erken yatmayan bir vatandaş, kalkamaz erken. Kalkar ise alamamış olur uykusunu! Ne za-
               man bir vatandaş alamaz uykusunu tam, zayıflar gözleri. Bakamaz düşmanlarına çelik yıldırım, hem
               da olamaz hiçbir zaman nümûne-i imtisâl!”

                  Fen Müdürü hayretler içindeydi.
                  Emniyet Müdürü, “Yaa!” dedi.
                  “Helbet. Bakamayan düşmana çelik yıldırım, değildir layık vatandaşlığa. Haçan her Türk bakmalı-
               dır düşmanlara çelik yıldırım, kurşun bilek, taş yürek. Ve vazife bir sırasında sakınmamalıdır gözünü
               budaktan, dememelidir evladım, ciğerparem. Demedim hiçbir zaman, vazife bir sırasında evladım,
               ciğerparem. Neden? Çünkü var idi bir dayım Hasan Bey, kolağası, dolaşır idi damarlarında halis kan,
               Türk kanı. Döktü bu kanı Balkan Harbi’nde kutsal vatan topraklarına, demedi, ne bana vatandan. İs-
               terim bütün vatandaşlarım olsun Kolağası Hasan Bey gibi. Sakınmasınlar gözlerini budaktan, hem da
               akıtsınlar kanlarını kutsal vatan toprakları için.”

                  Emniyet Müdürü de Fen Müdürü de hayretler içindeydiler. Adamın heyecanı, candan konuşuşu
               her ne kadar gülünçse de, gene de kendilerini tutmazlık edemediler.

                  Fen Müdürü’nün aklından Don Kişot geçmişti.
                  Emniyet Müdürü merak içindeydi.

                  “Bütün bunlar bir mahalle bekçisinin vazifesi mi?”
                  Murtaza hayretler içinde sordu:

                  “Ya kimin vazifesi amirim?”
                  Emniyet Müdürü duymazlıktan geldi. Adamın aklından zoru yok denemezdi. Komisere bir işaret,
               başta Murtaza, şikâyetçileri falan çıkardı. Emniyet Müdürü ile Fen Müdürü yalnız kalmışlardı. Fen Mü-
               dürü makaraları koyverdi, uzun uzun güldükten sonra tıpkı Murtaza gibi, “Ya kimin vazifesi amirim?”
               dedi.

                  Emniyet Müdürü karakolun harap döşeme tahtaları üzerinde köşeden köşeye gidip geliyordu. Ne
               yapmalıydı bu zırrıkı adamı? Fen Müdürü’nün mahallesine vermekle de olmazdı. Bir bekçi kendinde
               böylesine büyük bir yetki görmemeliydi. Bekçi bekçiydi, devlet başkanı değil.





        106
   103   104   105   106   107   108   109   110   111   112   113