Page 116 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 116

11         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI





               pazarı ne tatili olmayan memur. “Neden benim aklıma gelmiyor bu kelimeler Turgut?” Çünkü sen inek
               değilsin. Bana artık olgunluk yakışır Selim. İnşallah arkasından çöküp gidersin Turgut. “Bilmem, aklım-
               da kalıyor işte,” dedi, gevşek bir gururla. Bir arkadaşın kötü durumda olduğunu biliyorsun, ona gitmek
               yardım etmek gerekiyor. Ne yapabilirim bu durumda Nermin? Benden utanmaz mısın sonra? Şu anda
               sana, ne gibi bir yardım beklediğini söyleyemem Selim’in. Bunu daha ben de bilemiyorum. Fakat bir
               şeyler yapabileceğimi hissediyorum, dürüst ve olumlu bir şeyler. Senden tek istediğim şimdilik beni
               bu meseleyle başbaşa bırakman. Sonra bir gün oturup birlikte...
                 Nermin gazeteleri elinden bıraktı: “Sen tamamlarsın, benden bu kadar,” dedi. “Kahvaltı etmek ister
               misin?” Gazeteleri Turgut’a uzattı. Turgut, havadaki elini aşağı indirdi: “Ben biraz dışarı çıkacağım,”
               dedi. “Selim’in annesine gidip başsağlığı dilemeliyim. Cenaze kalkalı neredeyse on gün olacak; hiç
               uğramadım. Gücenir sonra.” “Kahvaltı etmeden mi gidiyorsun?” diye sordu karısı. “Döndüğümde bir
               ‘Büyük Kahvaltı’ ederiz. Şimdi canım bir şey istemiyor.” “Sen bilirsin. Sonra acıkacaksın.” Ben bu filmi
               daha önce görmüştüm, diye düşündü Turgut.

                 Kapının zilini çalarken, birden yaptığı işin anlamsızlığını hissetti. Fakat kapı açıldı ve Müzeyyen
               Hanımın yorgun ve sarı yüzü göründü. Hiçbir şey söylemeden Turgut’u içeri aldı. Oturma odasına
               geçtiler. Radyonun yanındaki koltukta genç bir adam oturuyordu. Zayıf, uzun boylu, solgun yüzlü
               ve gözlüklü biriydi bu. Acı bir surat takınmış bir adam, Turgut’un daha önce görmediği biri... Orada
               kimseyi bulacağını düşünmeyen Turgut’a, tavırları sahte gelen biri. Selim’in annesinden başka bir
               insanı görmeye hazırlıklı olmadığı için, ona yabancı ve iğreti gelen bir “arkadaş”. Ben, her ne pahasına
               olursa olsun buraya geldikten sonra, benden önce nasıl birisi aynı durumda olabilir? Üzülme canım,
               rastlantı; resmî bir ziyaret olmalı. “Burhan Bey de eksik olmasın aramış beni. Selimciğimin çok iyi bir
               arkadaşıydı.” İnsan, hiç olmazsa, sizden iyi olmasın, der. Büyük fedakârlıklarla getirmiş olduğumuz
               Turgut Özben, tam sahneye çıkmak üzereyken... “Tanışıyor muydunuz?” Her zaman, birisi sizden önce
               davranır. Oysa, gelip geçici biridir bu. Sinemada, sizden önce, son boş koltuğu alan kör bir yabancı.
               “Hayır,” dedi. “Yalnız... Selim bahsederdi. Şimdi, Ankara’da bulunuyorsunuz, zannedersem.” Demek,
               Burhan buydu. Selim’in onlara tanıştırmaktan kaçındığı ‘esaslı’ arkadaşlarından biri. Selim, farklı çev-
               relerdeki arkadaşlarını birbirine tanıştırmayı sevmezdi. “Hoşlanmazsın,” diye kestirip atardı. ‘Yüksek’
               arkadaş çevrelerinde üniversite arkadaşlarından utanırdı Selim. “Seni elevermemizden korkuyorsun,”
               diye saldırırlardı Selim’e kantinde. Hepimiz, tanımadan, sevimsizliklerine inanırdık bu adamların. Bu
               yüksek arkadaşların da bizi tanımadan sevimsiz bulduklarını bilmeseydi, tanıştırmaktan kaçınır mıy-
               dı? Ben bile zorlukla barınabiliyorum aralarında; sizi hemen yutarlar, demek isterdi kantindeki arka-
               daşlarına. Turgut da, bu eski ve tatsız hatırlamanın verdiği soğuklukla, ‘Ankara’da bulunuyorsunuz’
               gibi, ilk görünüşte masum, fakat hiçbir kantin arkadaşının, gerisinde gizlenen istihzayı kaçırmayacağı
               sahte bir incelikle yere vurmuştu Burhan’ı. Burhan da kantincilerin bu durumda ifade etmekten çe-
               kinmeyecekleri bir deyimle ‘yerin dibine geçmişti’. Kimleri yerin dibine geçirmedik kantinde, kendi-
               lerinin haberi olmadan. Güner döverdi muhakkak bu adamı hiçbir nedene dayanmadan. Hiç nedeni
               yok da denemez bir bakıma; Selim’e, ‘arkadaşlarının’, Güner’e tanıştırmaktan utandığı arkadaşlarının,
               ne kadar zayıf olduğunu göstermek gibi bir bahane bulunabilirdi. Sen, benden, gerçekten çok geri-
               sin Burhan. Bana bakarken bu kadar çeşitli ve çelişik duygularla kendini yiyebilir misin? Sen, sadece
               soğuk bir kayıtsızlık gösterebilirsin. Sonra da kendine, benim anlayamayacağım derin bir pay çıkarır-
               sın bundan. Ne çıkardığın da pek belli olmaz. Kalın camlı gözlüklerinin gerisinde ne düşündüğünü
               kimse anlayamaz. Selim olsa çırpınırdı: “Daha elini sıkmadan mahkum ediyorsunuz adamı.” Kayhan
               da olsa cevabı kaçırmazdı: “Tarih de bizi.” Sonunda sen kaybediyorsun Turgut. Olsun. Demek Burhan
               bu. Selim’in bahsettiği Burhan. Neden beklemedim? Belki de o: “Selim sizden bahsederdi,” diye atı-




        114
   111   112   113   114   115   116   117   118   119   120   121