Page 66 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 66
10 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI
davet edip gösterdiği Türk misafirperverliği ile dostluklarını ilerletir. Bu arada Felâtun Bey, babasından kalan gelirini
Beyoğlu’nda hızla tüketmektedir. Zaman zaman karşılaştığı Râkım, kendisini para konusunda uyarmasına karşın
bu uyarılara kulak asmaz. Râkım, kendini çok geliştiren ve tam bir hanım olan Canan ile nikâhlanır. Râkım’a karşı
derin bir sevgi duyan Can ise bu sevginin imkânsızlığı ile hastalanır. Mister Ziklas’ın yüklü bir miras ile birlikte kızını
Râkım’a verme teklifine karşın Canan’ı seven Râkım bunu reddeder. Felâtun Bey, parası bitince uzak bir yerde muta-
sarrıflık işi elde eder ve yola çıkmak için limana gider.
Aşağıda, Margirt’i yolcu eden Râkım’ın vapurda Felâtun Bey’le karşılaşmasını ve roman kişilerinin
son durumlarının ne olduğunu okuyacaksınız.
(…)
Cezayir Bahr-ı Sefid’den birisinin mutasarrıflığına hamilen Dersaadet’ten hareket eden Felâtun Bey’i dahi bu
vapur götürmekte idi. Güverte üzerinde Râkım ona dahi tesadüf eyledi.
Râkım – Vay beyim! Rabbim selâmetler versin.
Felâtun – İstanbul’un zevkini size bıraktık birader. … Adası’na mutasarrıf oldum, gidiyorum. Artık Matmazel
Ziklas ile enine boyuna zevk ediniz.
Râkım – (Şiddetle göğüs geçirerek) Birisini bu gün, yarın mezara götüreceğiz. İşte birisini sizin bindiğiniz şu
vapur İskenderiye’ye götürüyor. İstanbul’un zevkini süren varsa, o da sizsiniz.
Felâtun – (Râkım Efendi’den ziyade şiddetle içini çekerek) Evet, hakkın var. Babamdan kalan cem’an yekûn
yedikten sonra, yüz elli bin kuruş kadar da açık borç etmişimdir. Fena zevk değildir doğrusu.
Râkım – Zararı yok birader. İnsanın aklı sonradan başına gelir. Bundan sonra yapmazsınız.
Felâtun – Bundan sonra alacağım maaştan kendimi besledikten sonra arttıracağım miktarla bin beş yüz lira
borcu ödemeye ömrüm kifâyet ederse belki doksan yaşında iken yine sefahate vakit bulabilirim.
Râkım – Adam sen de, ödenmeyecek borç mu olur?
Felâtun – Yok birader! Sefahat ettim, çocukluk ettim. Her haltı yedim. Ama memur olduğum yerde maaşımla
kanaat ederek sıdk u ihlasla çalışacağıma emin olmanı rica ederim.
Râkım – Allah için birader, bu emniyet bende vardır. Hemen Rabbim tevkif-i selâmet versin. Benim mu-
radım, inşallah bundan böyle mansıbın daha ziyade büyür de, borcunu ödedikten başka bundan sonra dahi
kesb-i destinle zevk etmeye fırsat bulursun demekti.
Felâtun – Sadakatle hizmet ettikten sonra bu söylediğin şey husul bulmaz değildir.
Râkım – Hah işte memuriyete bu fikir ve itikatla gitmeni isterim. Bu fikir ve itikat kimlerde olursa mutlaka
tevkif-i ilâhiye mazhar olur. Allah selâmet versin birader. Bizi gönülden çıkarmazsın ya. Aralıkta bir mektupla-
şırız.
Felâtun – Hay hay, adiyo monşer!
Râkım – Bon vuayaj mon ami!
İngiliz kinine ne dersiniz yahu? Mayonez meselesinden sonra Ziklas ile Felâtun arasında hasıl olan müna-
feret hâlâ kemâl-i germî ile devam etmekteydi. Zira Felâtun’un Râkım ile veda eylediğini karı koca gördükleri
hâlde çocuğa merhaba bile demediler. Ama hakları da yok mudur ya?
Bunlar yine geldikleri sandala râkiben Kurşunlu mahzene çıktılar. Râkım hanesince bazı umuru olduğundan
bahisle kendi hanesine avdet eyledi. Ziklas ile karısı dahi gidip esir-i firaş olan biçare Can ile meşgul olmaya
başladılar. Zira artık hekimler kızcağızla iştigali terketmiş olduklarından validesi ve pederi dahi bu gün, yarın
vefatına intizaren her istediği şeyi verirdiler. O gün ise kızın canı bir et istemiş. Aşçıyı çağırıp gayet kuvvetli ol-
ması tenbihatıyla beraber bir âlâ et suyu ısmarlamış. Validesi ve pederi kendisini et suyu içine bisküvi peksimet
doğrayarak yemekte olduğu hâlde buldular. Böyle bir hâle çoktan beri tesadüf edemedikleri cihetle şaşmışlardı.
Kızcağız, taamını yedikten sonra yatmayıp yatağı içinde oturdu ve tabip Mösyö Z.’yi çağırmasını emreyledi.
Bir saat sonra tabip geldi. Kız sadrından şimdiye kadar asla hissetmemiş olduğu lâtif bir kaşınmak nev’inden
bir şey hisseylediğini haber verdi.
64