Page 12 - Felsefe 11 | 2.Ünite
P. 12
2. ÜNİTE
MS 2. YÜZYIL-MS 15. YÜZYIL FELSEFESİNDE İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ
MS 2-MS 15. yüzyıl felsefesinde Tanrı tarafından verildiği düşünülen her türlü dinî bilginin
onaylanmasında inanç, bilindiği iddia edilen şeyin mantıksal temellendirmeyle ispat edilmesin-
de ise akıl ön plandadır. Bu açıdan inanç, din alanında akıl ise felsefe alanında konumlandırılır.
Akıl ve inanç arasındaki ilişki, vahiy ve akıl bilgisi temelinde felsefe ile din arası ilişki olarak da
düşünülmüştür.
Hristiyan felsefesi düşünürleri için inanç-a- İslam felsefesinde inancın bilgisi, aklın
kıl ilişkisine getirilen açıklamalar dönem bilgisiyle çelişkiye düşmez. İnançla akıl iliş-
boyunca farklılıklar göstermiş ancak genel kisinin tartışılmasında İslam kelamcıları ile
olarak inanç-akıl ilişkisi daha çok inanç mer- filozofları arasında büyük farklılık görülmez.
kezinde yorumlanmıştır. İslam kelamcıları genel olarak Kur’an-ı Kerim’i
Patristik Dönem’in başlarında Tertullian, delil göstererek hakikatin akıl ile bilineceğini
“Akıl almaz (saçma) olduğu için inanıyorum.” ancak aklın naklî (vahiy, ayet ve hâdis bilgisi)
yargısında bulunarak aklın bir sınırı olduğu- bilginin önüne geçemeyeceğini belirtmiştir.
nu ve onunla bazı şeylerin anlaşılamayacağını Mâtürîdiyye kelamcılarına göre “Naklî bil-
belirtmiştir. Ona göre inanmak için akla gerek gi aklın bilgisinden önce gelir.” çünkü aklın
yoktur çünkü inanılan şey akıl için saçmadır. bir sınırı vardır ve sadece onun ölçü olarak
Hz. İsa’nın tekrar dirildiği bilgisi akılla kavra- alınması hataya yol açar. Akıl doğru kullanı-
nılamaz sadece inanç ile kabul edilir. lırsa insan hakikate ulaşır. Aklın doğru kulla-
“Anlamak için inanıyorum.” yargısıyla nılması dine yönelik oluşan hurafelerin kaldı-
Tertullian’u eleştiren Clemens, inanılan şeyin rılmasında da gereklidir.
akıl tarafından onaylanması gerektiği üzerin- İmam Gazâlî, “Maddi şeylerin bilgisi göz
de durarak inanç ile aklı uzlaştırmaya çalış- ve kulak gibi duyu organlarıyla tahsil edilir.
mıştır. Daha sonra Agustinus ve Anselmus’un Manevi şeylerin bilgisi ise kalbin algılamasıyla
da bu görüşe katılmasıyla Hristiyan felsefe- hasıl olur.” sözüyle insanın akıl ile hakikatin ke-
sinde insanın inancı kavraması akla bağlan- sin bilgisine ulaşamayacağını belirtir. Ona göre
mıştır. Hakikatin bilinmesi için önce inanmak, akla ancak inancın (vahiy) bilgisinin bilinip
sonra onu akılla kavramak gereklidir. İnsan onaylanması açısından başvurulabilir. Gazâlî
mutlu olmak istiyorsa Tanrı’ya inanmalı ve vahiy bilgisini güneşe, akli bilgiyi ise göze ben-
onun emirlerini akılla anlamalıdır. zetir. Güneş olmadan gözün göremeyeceğini,
Dönemin sonuna doğru bu görüş eleşti- göz olmadan da ışığın yeterli şekilde idrak edi-
rilmiş, akıl ve inanç birbirinden farklı alan- lemeyeceğini ifade eder. Gazâlî, inanca dayalı
lar olarak görülmüştür. “İnanayım diye bili- bilginin kesinliğini insanın sezgisel olarak kalbi
yorum.” yargısıyla Aquinalı Thomas, inanç ile bilebileceğini belirtir. İnsanın manevi yön-
ve aklın aralarında ahenk (uyum) olmasına den bu bilgileri algılayabileceğini ileri sürer.
rağmen birbirinden farklı iki alan olduğunu İbn Rüşd, “Felsefe, dinin getirmiş olduğu
belirtir. Ona göre inanç teoloji, akıl da felse- her şeyi inceler. Eğer araştırdığı şeyi algılaya-
fe alanına aittir. Akılla inanç alanına ait bazı biliyorsa iki algı (ikisinin algısı) eşittir.” sözüy-
bilgilerin bilineceğini vurgular. le Gazâlî’yi eleştirir ve inançsal olanın akılsal
olduğunu savunur. Yaradan, açık olarak var
olan her şeyi akıl yoluyla değerlendirmeye in-
sanları davet etmektedir. Dolayısıyla felsefenin
dinle çatışmadığı aksine uzlaşı içinde olduğu
görüşündedir. Akılla bilgiyi ortaya koyan biri-
nin kişisel durumlarına bakılmaması, önemli
olanın bilginin akılsal olup olmadığının ortaya
konması gerektiğini belirtir.
50