Page 21 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | 5.Ünite
P. 21

ROMAN







            kıyordu. Sabit, musır bir veda ile gözlerini o levhadan ayırmı-
            yordu. Vapur uzaklaşıyordu; nihayet o levha üzerine bir tül ge-
            çirilmiş gibi donuk kaldı, daha sonra büsbütün bulandı; o vakit
            üzerine güneşin bir donuk rengi dökülmüş bulutlardan başka bir
            şey görmedi.
               (…)
               Bu siyah bir gece idi… Öyle bir gece ki gökler bütün kandil-
            lerini söndürerek denizlere gayp âleminin gizli şeylerini dökmek
            için  hazırlanmış  gibiydi.  Yalnız  ileride  direklerle  bacanın  birer
            serseri şeklinde yürüyen gölgelerine zulmetler içinde rehberlik
            eden vapurun kırmızı feneri bu siyahlıklar arasında açılmış uzak
            bir kırmızı göz gibi parlıyordu. Bu siyahlıklar…
               Ahmet Cemil işte şu saçlarının arasında üşüterek geçen rüz-
            gârın, kanatlarını çırpa çırpa, bu siyahlıkları semalardan denizle-
            re döktüğünü hissediyor, görüyor, onların sukûtu feşfeşesini işiti-
            yordu. Kendi kendisine, içinden, hep şahsi üslubunun tabirlerini
            tekrar ederek: Sanki bir bârân-ı dürr-i siyah! diyordu.
               Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına başka gecenin ha-
            tırası geldi.
               Ta hulya hayatının başlangıcında, ümitlerinin incilası zama-
            nında Tepebaşı Bahçesi’nde Haliç’e bakarak seyrettiği mai gece
            ile o bârân-ı elması tahattur etti.
               Gözlerinin önünde o mai gece ile bu siyah gece tekabül etti:
            Mai ve Siyah.
               Ah! Biçare hırpalanmış, ezilmiş hayat!.. Mai bir gece ile siyah
            bir gece arasında geçen şu nasipsiz, bahtsız ömür!.. Bir bârân-ı el-
            mas altında inkişaf ederek şimdi bir bârân-ı dürr-i siyahın altında
            gömülen o emel çiçekleri!..
               İşte, işte, görüyor, gözlerinin önünden yağan bu siyahlıklar,
            denize döküldükçe bir bir sekerat zemzemesiyle boğulan bu zul-
            metler, işte bunlar o hulya hayatının üzerine çekilen bir matem
            kefeni değil miydi?
               O vakit denize baktı: Siyah bir deniz.. Karanlığın içinde gemi-
            nin kenarından esmer bir köpükle kaynaşarak firar eden o siyah-
            lıkları görüyor, altında mahuf, muhiş, adem vehmi veren siyah-
            lıktan başka bir şey görmüyordu.
               Ah! Bu denizin zulmetlerinde saklanan hakikatler, asıl haki-
            kat… Bir karar hamlesi yalnız bir küçük hareket, oraya gidebilir-
            di. Oraya gitmek, bu siyahlığın içine, bir daha çıkılamaz, avdet
            olunamaz derinliklere gitmek…
               Dalgalar  uzun,  kalın  birer  siyah  yılan  gibi  kıvrana  kıvrana,
            yuvarlana  yuvarlana  açılıyor;  belirsiz  bir  lisan  ile  zulmetlerin
            sonsuz uzaklıklarına doğru serilerek onu davet ediyordu.
               Bunların siyah kucağına atılmak, yarın doğacak olan o güneşin
            hayatın sefaletleriyle istihza eden ziyasından kaçmak, bu siyah-
            lıklar içinde sonsuz bir yoklukla mesut ve müsterih yuvarlanıp
            gitmek…






                                                                                                           193
   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26