Page 27 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | 5.Ünite
P. 27
ROMAN
de himâyekâr bir tavır almaktan menediyordu. Salime Hanım, Ayşe’yi hissetmedi. Ayşe onun için basit,
sessiz, belki de lisan bilmeyen bir kadındı ve onun nazarında Fransızca veyahut İngilizce bilmeyen kadının
mevkii olamazdı.
Salime Hanım’ın, Mukbil Bey’in feci akıbetine ait sözleri Ayşe’den ziyade Cemal’i ürküttü. Mavi gözleri
acı ile istifhamla Ayşe’yi aradı. Ayşe’nin yüzü dalgasız, rüzgârsız bir göl gibi sakindi.
Salime Hanım parlak gözleriyle hâlâ hepimizin başının üstünden bakarak:
‒Monşer Cemal Bey, dedi, burada mühim bir İngiliz muhabiri var. Memleketimiz hakkında malûmat
topluyor. Biz kendisine artık İttihatçı kalmadığını, herkesin İngiliz dostu olduğunu ve İzmir işgalinin ara-
mızda yaptığı fena tesiri anlatıyoruz. Hatta İzmir’de Yunanlılar tarafından kocası, çocuğu öldürülmüş,
kendi yaralanmış kibar bir kadının burada bulunduğunu söyledik. Burada toplanacağız. Ayşe Hanım ona
gördüklerini anlatacak.
‒Ben anlatmaya muktedir değilim, hanımefendi.
‒Zarar yok, sizi görsün. Biz de sizin ağzınızdan tercüme eder gibi İzmir faciasını anlatırız.
Ayşe’nin yüzü hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı. Solgun, yorgun teni kızıl bir dalga yayıyordu.
‒Benim ağzımdan bir şey anlatıldığını istemiyorum. Bu isyankâr cümlenin netayicinden korkmaya baş-
layan Cemal, endîşenâk ayağa kalkmıştı. Mavi gözleri Ayşe’yi mucize gibi teskin etti.
‒Cemal isterse misafirler geldiği zaman ben de bulunurum, dedi.
Salime Hanım köpürdü:
‒Hanımefendi, affedersiniz. Evvelâ sizi rencide etmek istemedim, fakat memleketi bu hâle sizin beyle-
riniz, paşalarınız getirdi. Bu gün felâketten kurtulmak için medenî memleketlerin teveccühünü, merhame-
tini celbetmek lâzım. Bizim de vaktiyle kocalarımızı, kardeşlerimizi köprü başlarında astılar, ne yapalım?
Ayşe:
‒Ben siyasiyyat bilmem, hanımefendi; fakat bana kimsenin acıdığını istemiyorum, dedi.
Ve ondan sonra Salime Hanım’ın uzun nutuklarına, hiddetlerine hiç mukabele etmedi, nihayet fırtına
geçti, Salime Hanım’la Cemal, gelecek misafirleri tespit ettiler. Aralarında Miralay Haşmet Bey de vardı.
9 Teşrinisani
Hâlâ tepemden akan ıstırap ve isyanla hatırlıyorum. Odada yalnız o varmış gibi oturuyor, iskelet gibi
uzun bacakları diz kemikleriyle pantolonunun altından teressüm ediyor, kocaman ince ayaklarını mü-
temadiyen sallıyordu. Seyrek saçlı kafası, tüyü dökülmüş ihtiyar bir av kuşu gibiydi. Burnu kocaman,
mütecaviz ve havada, bulanık küçük gözleri birbirine yakın mavi iki boncuk gibi hissiz hissiz bakıyordu.
Fakat en bariz hususiyeti dudaklarını örten ve aşağıya sarkan rengi belirsiz bıyıklarıydı. Bu çirkin tüylerin
arkasındaki ağız gülüyor mu, eğleniyor mu, konuşuyor mu, belli değildi. En çok arada bir iki kazma gibi
sarı dişi, yırtıcı bir istihza ile gösteren gizli ağzı insanı işgal ediyordu. Mütekebbir, kendi ile dolu, müstehzi,
zaferi başına sıçramış, daima kendi kini için “yerli” tabir ettiği müstemleke halkını çizmesinin altında ezen
İngiliz İmparatorluğu’nun müstemleke zalimlerinin en cahil ve en aşağı bir enmûzeci.
Miralay Haşmet Bey, şakakları ağarmış sert asker başıyla dimdik oturuyor, bir paşa “Wilson Prensiple-
ri”nden bahsediyor, Salime Hanım, hepimize yüksekten bakan kartal başlı Salime Hanım, bu mütekebbir
mahlûk dünyanın en kadir insanı imiş gibi yanında erimiş, onu mütevazı tabirle iknaya ve yumuşatmaya
çalışıyor. Cemal konuşmuyor ve kuru, samimî gözlerinde nihayetsiz bir sabırla dinliyor. Ayşe uzakta, bir
şey anlamıyormuş gibi başında siyah bir örtü, oturuyor. İlk defa olarak kolundaki beyaz sargı yok, sağ
eliyle sakat kolunu bir düzeltişi var ki, merhamet celbetmemek için bağı takmamış olduğunu anlatıyor.
Ne sıkıntılı, ne beyhude ve ne azaplı gün. Muhabir, Salime Hanım’ın başıyla idare ettiği nutuklara arada
bir lütfen başını sallıyor. Görünmeyen dudaklarında tehlikeli bir ıslık gibi Fransızcasıyla:
‒Nafile Madam, İngiltere sizleri affetmeyecektir. Çanakkale’de altmış bin İngiliz öldürdünüz, diyordu.
‒Onları biz öldürmedik; İttihatçılar öldürdü. Mister Cook, biz harp istemedik. İngiliz dostluğunu elde
etmek için her fedakârlığa razıyız.
Bunu Salime Hanım söylüyor.
Haşmet Bey sükûnla:
199