Page 72 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 72
10 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI
Soğuk!... Kışın tipilerle esen rüzgârı paltosunun başlığından hücum ederek yüzünü tırmalar, bütün vücu-
dunu kaplayan ürpermelerle titretir. Hasır iskemle üzerinde yazı ile geçen bir günden sonra o küçük fakat şirin
sarı mangalın kenarından mehcur olmak, meşkûk işlerle geçinen sefiller gibi geceleri karanlıklar içinde ekmek
parasına koşmak takat kıran bir dert idi.
Her dakika bir çamur birikintisine batmamak için durmaya mecbur olur, iki ellerini ceplerine sokarak etekle-
rini dizlerinin üstünde zapta çalışa çalışa taşların üzerinden sekerek yürür, bazen duvarın kenarından bir gölge
şeklinde süzülerek geçer, güzergâhına tesadüf eden küme küme büzülmüş köpeklerden korkarak yolunu de-
ğiştirir; bazen bir viranenin boşluğundan geçerken şimdi bir el uzanıverecekmiş, yakasından tutuverecekmiş
gibi kalbinde bir hiras titremesi duyardı.
Sonra bir aralık yağmur başlar, omuzlarında, başında muşamba paltosunu döverek sırtından süzülüp ayak-
larına doğru akar, ne kadar kıvırırsa bir türlü çamurdan muhafaza edemediği zavallı tek pantolonunu ıslatır…
Bu yarına kadar kuruyacak, sabahleyin mangalın kenarında tüterek geceden kalan nemi alınacak, İkbal bir yan-
dan ütüyü hazırlarken o matbaaya geç kalmak arzusuyla üzülecek. Tenha karanlık sokaklar, soğuk rüzgârlarla
karışık sıkı bir yağmur…
O sokaklardan, o yağmurun altından geçer, ta Vezneciler’e kadar gelir. Kapının önünde zile dokunmadan
evvel bir nefes alır, sonra kapı açılınca henüz yemeğini bitirememiş, yağlı elini silmemiş uşağın tuttuğu mumun
ziyasıyla dar bir merdiveni çıkar, selamlık odasına girer, orada bekler, ta ki küçük bey kitaplarını alıp haremden
çıksın…
–Hoca efendi, bugün hiç çalışamadım, affınızı rica ederim, mukaddimesiyle küçük bey girer. Ahmet Cemil’in
her şeyden ziyade bu hoca efendi tabiri canını sıkar. Niçin? Canı sıkılmaya hakkı var mıydı?
Çocuk küçük bir yaramazdır, fakat yaramazlıkları bir terbiye süsü altında saklıdır. Şakirdinin hiçbir zarafete
mugayir haline tesadüf etmemiş olmakla beraber ufak bir serzeniş yapsa çocuğun cali bir mahcubiyet edası ile
gözlerini indirerek içinden: “Budala! Sen de… Sana ne oluyor? İster çalışırım, ister çalışmam. Keyfimin kâhyası
değilsin ya!.. diyeceğinden emindir. Onun için daima affeder, zaten çocuğun kendisiyle beraber bulunduğu
müddetten başka çalışmadığını da bilir.
Derse başlanır; mesela hesaptan taksim anlatılacak, arzın küreviyeti izah edilecek, bir küçük efsane okuna-
cak, ele geçen bir kitaptan imla yazdırılacak… Bunlara bedel o küçücük sıcak odada minderin üzerine boylu
boyuna uzanarak Musset’in “Geceler”ini, Hugo’nun “Temaşalar”ını, Lamartine’in “Tefekkürat”ını okumak için na-
sıl bir iştiyak duyardı.
Bir vakit gelir ki her ikisi de yorulur; çocuk küçücük eliyle ağzını saklayarak yalandan esnemeye başlar, Ah-
met Cemil’in yorgun gözleri süzülürdü. Bir aralık uşak görünür: “Hanımefendi haber göndermiş, küçük bey artık
yorulmuştur, diyor.” sözü üzerine derse nihayet verilir. Çocuk bir an evvel hareme gitmek, uşak da Ahmet Cemil’i
bir an evvel evine götürüp avdet etmek için sabırsızlandıklarından bunun çocukla uşak arasında bir sania olma-
sı da pek ziyade ihtimal altında olmakla beraber, o, aldanmayı tercih ederdi.
Avdet ederken başka bir fasıl başlardı. Uşak yavaş yavaş teklifsizleşmiş idi. O, buna sükûttan başka bir şeyle
mukabele göstermediğinden uşak evde konuşmak vesilesi bulamadan geçen hayatının öcünü kendisinden
çıkarırdı.
Elinde muşamba feneri sallayarak, ilk önce önden gitmek âdet iken her defasında bir iki parmak geri kala
kala nihayet yanında gitmeye başladığı Ahmet Cemil’e, bu geveze uşak bütün dertlerini döktü, memleketinde
kendisini bekleyen nişanlısından bile bahsetti… O, yalnız dinler, yahut dinlemeksizin susardı. Nihayet sokağın
başına gelince uşak:
“Eh!.. Artık buradan gidersiniz.” derdi. Ahmet Cemil hafif bir selamla ayrılır, titreyerek anahtarı sokar, çamurlu
lastikleriyle paltosunu hemen taşlığa atar, odasına çıkar, ıslak esvaplarını öteye beriye iliştirir, hayatta kendisine
mukadder tek dinlenecek yeri olan yatağına girer.
Ahmet Cemil; mavi bir gecede gökyüzüne bakarken eserini bitirip edebiyat çevrelerinde tanınacağı günlerin ha-
yalini kurar. Bu başarıyı elde edince Hüseyin Nazmi’nin uzun zamandır çok sevdiği kız kardeşi Lamia’yı isteyecektir.
70