Page 79 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 79
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10
larında dolaşır, fakat tavrında bir yabancılık taşırdı. Bu bir vilâyet kadını acemiliğinden veyahut onları kendisine
müteveffik görmekten değildi. Hatta kederinin şiddetinden de değildi. Kendinde öyle derin bir samimiyet vardı
ki, bu insan hayallerini gözlerinin sathından daha derin bir yere sokamayacak kadar hepsine lâkayttı. Ayşe’nin
bu tavrı onu hem acımaktan, eğlenmekten, hem de himâyekâr bir tavır almaktan menediyordu. Salime Hanım,
Ayşe’yi hissetmedi. Ayşe onun için basit, sessiz, belki de lisan bilmeyen bir kadındı ve onun nazarında Fransızca
veyahut İngilizce bilmeyen kadının mevkii olamazdı.
Salime Hanım’ın, Mukbil Bey’in feci akıbetine ait sözleri Ayşe’den ziyade Cemal’i ürküttü. Mavi gözleri acı ile
istifhamla Ayşe’yi aradı. Ayşe’nin yüzü dalgasız, rüzgârsız bir göl gibi sakindi.
Salime Hanım parlak gözleriyle hâlâ hepimizin başının üstünden bakarak:
—Monşer Cemal Bey, dedi, burada mühim bir İngiliz muhabiri var. Memleketimiz hakkında malûmat toplu-
yor. Biz kendisine artık İttihatçı kalmadığını, herkesin İngiliz dostu olduğunu ve İzmir işgalinin aramızda yaptığı
fena tesiri anlatıyoruz. Hatta İzmir’de Yunanlılar tarafından kocası, çocuğu öldürülmüş, kendi yaralanmış kibar
bir kadının burada bulunduğunu söyledik. Burada toplanacağız. Ayşe Hanım ona gördüklerini anlatacak.
—Ben anlatmaya muktedir değilim, hanımefendi.
—Zarar yok, sizi görsün. Biz de sizin ağzınızdan tercüme eder gibi İzmir faciasını anlatırız.
Ayşe’nin yüzü hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı. Solgun, yorgun teni kızıl bir dalga yayıyordu.
—Benim ağzımdan bir şey anlatıldığını istemiyorum. Bu isyankâr cümlenin netayicinden korkmaya başla-
yan Cemal, endîşenâk ayağa kalkmıştı. Mavi gözleri Ayşe’yi mucize gibi teskin etti.
—Cemal isterse misafirler geldiği zaman ben de bulunurum, dedi.
Salime Hanım köpürdü:
—Hanımefendi, affedersiniz. Evvelâ sizi rencide etmek istemedim, fakat memleketi bu hâle sizin beyleriniz,
paşalarınız getirdi. Bu gün felâketten kurtulmak için medenî memleketlerin teveccühünü, merhametini celbet-
mek lâzım. Bizim de vaktiyle kocalarımızı, kardeşlerimizi köprü başlarında astılar, ne yapalım?
Ayşe:
—Ben siyasiyyat bilmem, hanımefendi; fakat bana kimsenin acıdığını istemiyorum, dedi.
Ve ondan sonra Salime Hanım’ın uzun nutuklarına, hiddetlerine hiç mukabele etmedi, nihayet fırtına geçti,
Salime Hanım’la Cemal, gelecek misafirleri tespit ettiler. Aralarında Miralay Haşmet Bey de vardı.
9 Teşrinisani
Hâlâ tepemden akan ıstırap ve isyanla hatırlıyorum. Odada yalnız o varmış gibi oturuyor, iskelet gibi uzun
bacakları diz kemikleriyle pantolonunun altından teressüm ediyor, kocaman ince ayaklarını mütemadiyen sallı-
yordu. Seyrek saçlı kafası, tüyü dökülmüş ihtiyar bir av kuşu gibiydi. Burnu kocaman, mütecaviz ve havada, bu-
lanık küçük gözleri birbirine yakın mavi iki boncuk gibi hissiz hissiz bakıyordu. Fakat en bariz hususiyeti dudak-
larını örten ve aşağıya sarkan rengi belirsiz bıyıklarıydı. Bu çirkin tüylerin arkasındaki ağız gülüyor mu, eğleniyor
mu, konuşuyor mu, belli değildi. En çok arada bir iki kazma gibi sarı dişi, yırtıcı bir istihza ile gösteren gizli ağzı
insanı işgal ediyordu. Mütekebbir, kendi ile dolu, müstehzi, zaferi başına sıçramış, daima kendi kini için “yerli”
tabir ettiği müstemleke halkını çizmesinin altında ezen İngiliz İmparatorluğu’nun müstemleke zalimlerinin en
cahil ve en aşağı bir enmûzeci.
Miralay Haşmet Bey, şakakları ağarmış sert asker başıyla dimdik oturuyor, bir paşa “Wilson Prensipleri”nden
bahsediyor, Salime Hanım, hepimize yüksekten bakan kartal başlı Salime Hanım, bu mütekebbir mahlûk dün-
yanın en kadir insanı imiş gibi yanında erimiş, onu mütevazı tabirle iknaya ve yumuşatmaya çalışıyor. Cemal
konuşmuyor ve kuru, samimî gözlerinde nihayetsiz bir sabırla dinliyor. Ayşe uzakta, bir şey anlamıyormuş gibi
başında siyah bir örtü, oturuyor. İlk defa olarak kolundaki beyaz sargı yok, sağ eliyle sakat kolunu bir düzeltişi
var ki, merhamet celbetmemek için bağı takmamış olduğunu anlatıyor.
77